Yaşadıkça başkalarının hikâyelerinde savrulmayı kabullenmiş bir karakter yerine, kendi hikâyesini oluşturmaya çalışan bir karakter tarih boyunca kabul görmüştür. Her zaman doğru yolda olduğuna dair alkışlarla onurlandırılmıştır. Tabi onu belirli karakterlerde kalmaya zorlayanlar tarafından. Bu hep öyle olagelmiştir.
Kendi yaşayıp yazmak zor, katlanılmaz
bir çiledir.
Bu
yüzden kalem tutmak da zor gelir insana. Neyini yazacaktı ki yaşadıklarının hiçbiri
avucu dolduracak kadar olay yaratmıyor gündelik sohbetlerde, durum ise o kadar
durağan ki birkaç cümleyle özetlenebilir her şey.
Başkalarının yazacağı hikâyelerde rol
almak daha kolaydır. Birileri yaşar yaşarken de yazarken de seni
öykünün/hayatın bir kenarında tutar, sen de sana düşen bölümlerde gerekeni
uygularsın. Öykü başkaları tarafından değiştirilmedikçe karakter ne yapacağını
bildiğinden bilinmezliğin şüphesine düşmez ve var olan durum içerisinde
kendisini benimser. Bu yüzden düşünmesine gerek yoktur. Uygulamak hele ki
yazılanı uygulamak daha basit değil midir? Evet, öyledir.
Yazıp oynamak…
Peki, öyküyü kendin yazıp oynarsan nasıl olur? İşte burası
çetrefillidir. İkinci paragrafta belirtilenden daha basit ancak bir hayli
çetrefillidir. İnsan yazarken kendine hikâyede yarattığı karakteri hayatta
bulamayabilir.
Bir yazarı düşünün, kendisinin
yaşayacaklarını bir kâğıda döküp sabah bunun için uyandığını. Sabah uyandığında
hayat içerisindeki küçük bir değişiklik- kendisinin hesaplamadığı bir
değişiklik- her şeyi berbat edebilir. Çok iyi bir hesaplamayı yakalasa bile
çevresel bir faktör tüm öyküyü yerle yeksan edebilir.
O zaman yazar hemen yeni bir kâğıdı açıp
sabah yaşanan bu beklenmedik gelişmeyi öyküden çıkarıp olayların yazdığı
şekilde selamete ulaşmasını düşünecektir. Hemen ardından tam da öykü baştan
yeni bir günü yaratırken mesela yağmur başlarsa birden ve yahut güneş yakarsa
tenini, densiz bir kişinin gazabına uğrarsa karakterimiz, kendini hiç alakası
olmayan bir tartışma içinde bulup duygularına hâkim olamasa mesela ya da belki
hesaplamadığı bir olay tam da kendisinin beklemediği bir anda yüzüne bir uğultu
gibi çarparsa…
Ne yapmalı her bir durum
geliştiğinde yeni bir kâğıt mı çıkarmalı gününü yaşayabilmek için?
Hikâyesini yazmayı bırakıp yazanların
belirlediği köşelerde öyküde ki yerini mi büyütmeli ve yahut yaltaklanmalı mı
öykü/yaşam içerisinde barınmak için? Kendisinde olmayan duygularımı göstermeli
etrafına. Bir öyküyü yazıp sabah yazdıklarını hayat geçiremediği için, basit
bir olayı mı örmeli sözcükleri? Belki de tek bir cümle yazıp katlamalı mı
kâğıda sabah hatırlamamak için öyküsünü?
Bir yazar düşünün nasıl yaşayacağını
sürekli yazarak mı bulmalı hayatta? Yaşadıkları sözcüklerce
anlamlandırılmayacak kadar basitse öyküyü yazmayı mı bırakmalı? Öykü biterse
yaşam da bitmez mi?
Hem nasıl yaşaması gerektiğini sürekli tartmalı
mı, kâğıtları yırtıp yırtıp baştan mı yazmalı yaşamak istediği hikâyeyi?
Sadece uyanıyor…
Kerem ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder