"Köle sahipleri ekmek
kaygusu çekmedikleri
İçin felsefe yapıyorlardı,
çünkü
Ekmeklerini köleler
veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu
çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı,
çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu
onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu
çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı,
çünkü
Felsefelerini köle
sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle
kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı,
çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu,
ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz
felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin
felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz
felsefesini
Felsefenin sahipsiz
ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne
ormanı altında."
MELİH CEVDET ANDAY
ŞİİR’İN ANALİZİ
Şair öncelikle ilk iki dörtlükte
yaşanmış olay ve olguların tezahürünü göstermek istemiştir. İlk iki dörtlükte
yaşananlar zira üçüncü dörtlüğün oluşmasını sağlayacaktır. Bu durum şair’in
öyle yapmak istemesi ile ilgili değildir. Gelişmenin bu şekilde oluşuyla ilgilidir.
Çünkü diyalektik metotta olaylara tek tek olgular halinde bakılmaz ve olaylar
tarihsel bir süreç içerisinde, birbirleriyle bağlantılı olarak ele alınır.
Dikkatimizi çekmesi gereken bir diğer husus, ilk iki dörtlükte yer alan
birbirine karşıt cümlelerdir. Şair’in kullandığı her “çünkü” bağlacı aslında
iki sınıf’ın (köleler ve köle sahiplerini birbirine karşıt iki sınıf olarak ele
almak gerekir) durumunu ve birbirleri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. “ Ve
yıkıldı gitti Likya” dizesinin her dörtlüğün sonunda kullanılması ise; üçüncü
dörtlüğe giden yolun sonunda olacakların habercisidir. Üçüncü dizede ise; bir
altüst oluş görmek mümkündür. Bu altüst oluşu ağacından koparak yere düşen bir
nar meyvesine benzetebiliriz. Nar bir bütün olarak yere düştüğünde ve
dağıldığında, bütün tanelerini aynı şekilde yerine dizmek hayli zordur ki
hepsini oldukları gibi bulmakta imkânsızdır. Üçüncü dörtlükte ise yerinden
düşen(köle sahipleri) nar ve dağılan(sistem- felsefe) taneleri anlatılmaktadır.
Şiir’ in yorumu elbette bundan ibaret
değildir. Bir şair şiir yazarken eminim ki oturup yazmaz, okur ve öyle yazar.
Bu durum da şiirde geçen dizeleri yorumlayıp geçmemizin eksik olacağını
gösterir. Ve bir olay anlatılırken tarihten koparılmaz, koparılırsa hakikate
ulaşılırken yalan söylenir. Şiir içinde geçen kelimelere bakıldığında aklımıza ihtişamlı
Roma imparatorluğu gelmektedir. Ve elbette Roma imparatorluğunu yaratan
kölelerin ihtişamı gelmektedir. Yanlış anlamayalım köleler ihtişamlı falan
değildir. İhtişam yarattıklarındadır. Ve bu sebeple “köleci toplumun sonuna
bakıldığında ihtişamla çürümeyi” birlikte görebiliriz. Şiir’i biraz daha
anlamak için dönemim (köleci toplumun) koşullarını aktarmak gerekir.
“Üretim
araçları üzerindeki özel mülkiyet, başkalarını karşılıksız çalıştırmanın, bir
kölenin emeğine el koyabilmenin teknik koşullarına (üretim aletlerinde gelişme)
dayanarak ve onu körükleyerek varlık kazandı.”
Burada köleliğin nasıl geliştiğini görmek mümkündür. İnsanlık tarihi sürecinde
gittikçe artı-ürün oluşması ve teknik donanımın artması belli bir kesimin çalışmadan
kazanabilmesini sağlamıştır. Yani başkaları üzerinden asalak yaşamasını
doğurmuştur. Devam edecek olursak; “Köle,
sahibinin malı olarak tarlada çalışır (ev işlerinde vb.) bu çalışmanın
karşılığı yoktur. Kölenin, üretiminin tümü köle sahibinindir. Ve köle sahibi
çalışmaz. Kölelikle birlikte, kafa ve kol emeği ayrımı da başlar. Ve bu açıdan
köleci toplumda düşünce üretiminin gelişimi görülür. Düşünce, üretim pratiğine
birebir bağlı olmaktan kurtulur, ya da
bu ‘ bağımsızlaşma’ köle emeği sayesinde hızla yol alır.” İşte şair olayı
tam da bu noktada başlatmıştır. Şiirdeki ekmek kölenin yaptığı tüm üretimdir.
Ve köle sahibi tüm üretimlere el koymakta;
köleye ise yaşayabileceği kadar yiyecek vermektedir. Tüm üretimi kölenin
yapmasıyla köle sahibi aslında bütün hayatı boyunca çalışmadan durmaktadır. Bu
durum da köle sahibini düşünmeye itmiştir, hem köleleri bir şekilde
yönetebilmek hem de boşluktan kaynaklanan bir süreç doldurabilmek için. Bahsettiğimiz sadece bir kişi değil
dönem içerisinde yaşamış tüm köle sahipleri yani vatandaşlardır. Bahsi geçen
kafa kol emeğinin ayrışması da buraya denk düşmektedir. Ve şiirde bahsedilen
felsefe ve ekmek meselesi de buraya denk düşmektedir. Kol gücüyle tüm üretimi
yapan köle, düşünenin felsefesi ile yaşamaktadır. Ve düşüncesi ile sistemi
sürdüren köleye bunları yaptıran sahip ise; kölenin yarattıkları ile
yaşayabilmektedir.
Tarihsel gelişime Engels’in alıntısı ile
devam edelim. Şöyle yazıyor Engels: “Üretimin
ve onunla birlikte emek üretkenliğinin sürekli olarak yükselmesi, insan
işgücünün değerini arttırdı; bir önceki aşamada henüz münferit ve oluşmakta
olan kölelik, şimdi artık toplumsal sistemin özsel bir bileşeni olur, kölelerin
sıradan yardımcılar olması son bulur, bunlar düzineler halinde tarlalarda ve
atölyelerde çalışmaya sürülürler.” Düşünme aşaması ve tarihsel gelişimdeki
üretim daha fazla köleye ihtiyaç duymaktadır ve bu durum sistemleşmeye başlar.
Diyalektik metot göstermiştir ki sistem her zaman karşıtını yaratır. Ve üçüncü
dizeye doğru yol alırken var olan altüst oluşun havada kalmaması için bir
alıntı daha yapmamız gerektiğini düşünüyorum. ”Sistem geliştikçe, daha çok köle emeğine ihtiyaç duyulur. Bu bir yandan
savaşlarla sağlanır(Kölelerde evlilik yasaktır. KÇ.).
Ama diğer yandan, giderek savaşlarda
kullanılan orduların da kölelerden oluşması zorunlu hale gelir(Elbette köle
sahipleri savaşmayacağına göre ve özgür insanlarında yetmeyeceğine göre
kölelerden oluşturmak zorundalar. KÇ.).Bu ise, kölelerin ayaklanmak üzere
silahlarının da oluşması demektir. Köleci toplumun temelini oluşturan köle
emeği, onun sonunu da getirecektir.”
İşte üçüncü dörtlükteki altüst oluş
budur. Sistemin tıkır tıkır işlediği dönemde köle sahipleri baskı, farklı
düşünme yolları ve yöntemleri ile kölelerin ürettikleri ile geçinirken,
kölelerde ürettikleri ile ve dayatılan düşünceyi kabul etmeleriyle köle
sahiplerini yaşatıyorlardı. Hani bir farkına varsalar köle sahibinin onlarsız
yaşayamayacağını, kıyamet kopacak. Köle sahipleri eminim ki olayın her zaman
farkındaydılar ve bu sebeple felsefelerini kullanıyorlardı; lakin buradaki
altüst oluş, kölelerin durumun farkına varmasıdır. Böylelikle kölelerin üretimi
kesip kendilerine yeni bir düşünce - yani yeni bir felsefe- yaratmaları, üç
dörtlüktür sonucun habercisi olan dizeyi tarihe geçirir ve yıkılır gider Likya.
Ancak son dizeyi de biz diyalektikten kopmadan açıklamalıyız. Elbette hala
yeşil bir defne ormanı altında oluşu da feodal ve kapitalist toplumun kardeşi
olan köleci toplumun bir bakıma devam ettiğinin göstergesidir.
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder