KARINCALAR VE BEKLEMEK

 

     





    Karıncalar hala yürüyorlardı. Uzun, kırmızı, yünlü ip gibi diziliyorlardı toprak üstünde. Yakından bakmasa bir insan, anlamazdı karınca olduklarını. Belki birkaç yaprak parçası ele verebilirdi onları, o kadar. Ayrıntılı bakmak gerekir bazen, görebilmek için yaşananı.

O, bekliyordu.

     Karıncaların geçmesini bekliyordu belki de. Uzun bir ipe dönüşmüşlerdi çoktan, bitmek bilmeyen bir uzunluğun içinde kendilerine yolu örgü yapmışlardı. Onları mı bekliyordu gerçekten? Neyi bekliyordu ki? Zaman, aklından birbirine bağlı bir zincir gibi geçiyordu. Fark etmişti geçtiği bir şeylerin ancak zaman olduğu konusunda tereddütleri vardı. Amaç, zamanın geçişini anlamlı kılardı işte. Bu yüzden zamanın geçtiği konusunda bilgilendirmedi kendini.

     Godot’u bekleyenler en azından iki kişiydi, bir zaman içinde sohbetleşiyordu sözcükleri. Kendisi bir başına kalmış, kendi sözcüklerine bile hâkim olamıyordu. Karıncaları saymaya başladı. Her bir karınca bir saniyeye denk düşse bitirmişti bir saati çoktan.

      Ötesi yoktu ki yaptığının. Beklemek, ölünün toprak altında kemirmesiydi etini, kemiğini… O, toprağın üstünde yedi, bitirdi kendini. Zamanın göreceliği anlamını yitirmiş, tüm zaman sadece ondan doğru var oluyordu. Dönen devran bir hiçliği vuruyordu yüzüne.

-Ne kadar beklemeliydi?

-Ne için?

-Beklediği ne ise onun için!

-Beklediği ne?

         Kendi aklında harmanlanıp bitmeyen sohbetin bu kesiti, bekleme halinin açıklamaya muhtaç olduğunu, açlık gibi hissettirdi. Karıncaları saymak da yetmiyordu artık, bekleme nedenini sorgulamaktan. Beklemek… Neyi? Kimi? Sorular, vücuduna doğru esen ürpertiler gibi arttırdı kendini.

 Bekliyordu, çünkü…

       Beklemek çözerdi, beklemek anlaşılırdı, beklemek harmandı...Beklemek, kendini bir yosundan kurtarmanın anı, zamanı devirmek küçük bir sorun içindi, bir şeyi basmakalıp anlamaktan uzaklaşmak içindi, alışkanlıkları yenmek içindi beklemek. Anlamak, beklemek, anlaşılmak…

Karıncalar hala yürüyorlardı…

        Birinin sarması için belki de, öpmesi, yumak olmuş birbirine kaskatı kesilmiş ayakların çözülüvermesiyle bir amaç edinmek içindi beklemek, kuruyan bir göle değen bir damla suyun gerisini bekleyen toprağın özlemi beklemek, bir şarkıyı bir daha dinleyebilecek yüreği içinde hissedebilmekti…

        Tüm sorular karıncalar gibi hızlanmıştı çoktan… Bekledi. Beklediği Godot değildi, yanında onunla birlikte bekleyen de yoktu zaten. Beklemek bir hayat biçimini almışsa da hayat biçimini sorgulamak ona düşmezdi. Sorularını bıraktı. Beyni, savunma mekanizmasını çalıştırır gibi karıncaları saymaya başladı. Her biri bir saniyeydi karıncaların, sekizinci saate geldiğinde, sorular sormaya başladı yine.

Karıncalar bile yetişmişti yuvasına.

Karıncalar ve Beklemek...



Kerem ÇİÇEK

Yorumlar

Yorum Gönder