Bir
bankta oturmuş. Seyre dalmıştı etrafı. Yanına yaklaştım. Ses etmedi. Ben
oturunca kalktı gitti. Kim olduğuna dair fikrim olmadığı için içimde daha önce
hissetmediğim bir dürtüyle peşi sıra yollandım. Geniş toprak bir yolun
köşesinde duran bakkalın önünden saparak kayboldu. Ayağımın altında ezilen
irili ufaklı taşlardan çıkan seslerden korkarak takip etmeye devam ettim.
Yol üstünde dizilen taşların verdiği bilgilerden habersiz.
Attığım her adım kafasının gölgesine
basmamı sağlıyordu ki tehlikeli bir durum bu, yaklaştığımı gösterir. Bense hiç
çekinmedim tehlikeden aramdaki mesafenin uzunluğunu bilerek. Öğrenmiştim
önceden ışığın geliş açısına göre değişen gölgelerin boyutunu. Fikrim olmayan
şey adamın sezgileriydi. Bir köşe daha buldu gölgesini gizlemek için benden.
Kayboldu.
Gece açık kalan ışıklar gölgeleri takip etmek içindi, ben kaybettim bir
kere daha.
Saptım bende beni atlattığı köşeden
yürüdüğü yöne doğru. Saptım da geçtim onu. Beni bekliyormuş öğrenmek için gölge
peşinden gelişimi. Kolumdan tutup çekti kendine beni. Yüzüme kan çekildiğini
hissetmem gözlerini bana dikkat ve öfkeyle yöneltmesi sırasında başladı.
Gözlerini irice açmış soru soruyordu. Kulaklarım mı ne, işitmemişti. Bu sefer ben
yaklaştırdım kulağımı ağzına doğru. Hala ses yok. Sadece gözleriyle sormuştu
sorusunu.
Korku bilinmezliktendir ya peşinde gitmem de bilinmezliğin antitezi.
Gözlerine bakıp verdim cevabımı.
Bilinmezliktir senin gölgeni takip ettiren bana, dedim. Acı acı sırıttı. Devam
etti yoluna. Tabi ben de peşi sıra. Biraz daha yürüdük. Yokuşa yaklaştığımızda
durdu. Geriye dönüp bana baktı.
“ Gölgemi takip edersen öğreneceğin bildiğin kadardır yanımda yürürsen
benim söyleyeceklerimden öğrenirsin.” Dedi.
Lafını tam bitirmeden yanına varmıştım
bile. Beraber yokuşu çıktık. Ne yaparsın, neden buradasın, kimsin, ne iş
tutarsın… Uzadıkça uzadı sorularım. Hiçbirine cevap vermedi. Yanında yürüsem de
öğreneceklerim bildiğim kadar kalacak gibi sen bir şey demiyorsun, dedim.
“ Sessizlikte öğretir insana. Benim hakkında, ben konuşmadıkça döner durur
düşüncelerin.” Dedi.
Algılamakta zorlanıyorum seni, dedim.
Hayata insanlardan kopmuş bir şekilde tutunamazsın, dedim. Attım tuttum
hakkında, önyargıyla kırmak istedim sessizliğini. Yürüdükçe yürüdü. Ben sadece
veri toplama derdindeyim, dedi. Şaşırdım. Ajan falandı herhalde. Tabi yüzüne
söylemedim bunu, onun hakkında kafamda dönüp duranlar.
“ Ben ölüme inanıyorum. Öldükten sonraki yaşama da inanıyorum.” dedi.
Tabi çok günahı yoksa insanın cennete
yaşamayı hayal etmesi kadar normal bir durum yoktur, dedim. Öyle bir kahkaha
attı ki arkadaş çevremden daha iyi bu adam dedim. Yaptığım espriler karşısında
gülen ilk adam. Sonra biraz daha düşündüm de espri değildi söylediklerim. Neden
güldün, dedim.
“ Ben cennetten bahsetmedim.” dedi.
Demek ki çok günah işlemişsin bu durumda
cennet kapılarını arşınlanman pek bir gereksiz, dedim. Bu sefer gülmedi. Belli
ki ölümden de büyüktü günahı. Bu konuşmalar dönerken çoktan bitmişti yokuş. Hiç
tanımadığım bir mahallenin sokaklarında yürümüş bilinmezliğin içinde bulmuştum
kendimi. Mezarlık kapısını görünce fark ettim. Neden getirdin beni buraya
kimsin sen, dedim. Durup yüzüme esefle baktı, ısırdı dudaklarını, kaşları çatık.
“ Öncelikle seni buraya getiren ben değilim, senin ayakların. Gölgeyi
takip eden de karanlığa adım atmanın heyecanı içinde olan bir fikirdir, bu da
senin fikrin. Kim olduğuma gelirsek ben sadece etrafta dolaşan evsizin biriyim.
Önyargılı da olma. Benim de var belli hedeflerim.” Dedi.
Kızdım kendime. Onu suçlamıştım. Doğru
da söylüyordu onu takip eden bendim. Özür diledim hemen. Çoktan yürümüş bir
mezarın başına varmıştı. Mezarın arkasında eğilmiş bir şeylerle uğraşıyordu.
Yanına yanaştım. Ne yapıyorsun mezarlığı 1mı soyuyorsun, dedim.
“ İnsan, önemsizleştiğinden beri mezarda çalınacak bir şey kalmadı.” dedi.
O zaman neden buradasın, dedim. Bir
çıkın açtı. Cebinden çıkardığı kâğıtları çıkının içinde ki kâğıtların üstüne
düzenli bir şekilde ekledi.
“ Yazdıklarımı buraya saklarım.” dedi.
Anlattı sonra kendini, nasıl bu hale
geldiğini. Ölümden sonra inancı olan yaşam hayatta bir şeyler bırakabilmekmiş.
Onu da öğrendim. Bir kitap bırakmalıyım, belki biri okur, dedi. Dalıp gittim
mezarın dibinde. Tiksindim de kendimden. Şimdiyi yaşamayı unuttum, ölümden
sonra kalacaklara verdim kendimi, dedi. Daha da kızdım kendime. Kalktım mezarın
başından. Buradan nasıl dönerim, dedim.
“ Herkes kendi yolunu kendi çizer, nereye çıkacağı saptığın sapağın başlangıcından
bellidir.” dedi.
Kalktım gittim yanından. Boş sokaklarda
dolaşırken sürekli bunu düşündüm. Bu kadar boş bir hayat içerisinde ben ilk
defa ölümünden sonra dünyada nesne içinde kalmaya çalışan bir adam tanıdım.
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder