BANKTA OTURAN…



        Bir bankta oturmuş. Seyre dalmıştı etrafı. Yanına yaklaştım. Ses etmedi. Ben oturunca kalktı gitti. Kim olduğuna dair fikrim olmadığı için içimde daha önce hissetmediğim bir dürtüyle peşi sıra yollandım. Geniş toprak bir yolun köşesinde duran bakkalın önünden saparak kayboldu. Ayağımın altında ezilen irili ufaklı taşlardan çıkan seslerden korkarak takip etmeye devam ettim.

Yol üstünde dizilen taşların verdiği bilgilerden habersiz.

      Attığım her adım kafasının gölgesine basmamı sağlıyordu ki tehlikeli bir durum bu, yaklaştığımı gösterir. Bense hiç çekinmedim tehlikeden aramdaki mesafenin uzunluğunu bilerek. Öğrenmiştim önceden ışığın geliş açısına göre değişen gölgelerin boyutunu. Fikrim olmayan şey adamın sezgileriydi. Bir köşe daha buldu gölgesini gizlemek için benden. Kayboldu.

Gece açık kalan ışıklar gölgeleri takip etmek içindi, ben kaybettim bir kere daha.

      Saptım bende beni atlattığı köşeden yürüdüğü yöne doğru. Saptım da geçtim onu. Beni bekliyormuş öğrenmek için gölge peşinden gelişimi. Kolumdan tutup çekti kendine beni. Yüzüme kan çekildiğini hissetmem gözlerini bana dikkat ve öfkeyle yöneltmesi sırasında başladı. Gözlerini irice açmış soru soruyordu. Kulaklarım mı ne, işitmemişti. Bu sefer ben yaklaştırdım kulağımı ağzına doğru. Hala ses yok. Sadece gözleriyle sormuştu sorusunu.

Korku bilinmezliktendir ya peşinde gitmem de bilinmezliğin antitezi.

        Gözlerine bakıp verdim cevabımı. Bilinmezliktir senin gölgeni takip ettiren bana, dedim. Acı acı sırıttı. Devam etti yoluna. Tabi ben de peşi sıra. Biraz daha yürüdük. Yokuşa yaklaştığımızda durdu. Geriye dönüp bana baktı.

“ Gölgemi takip edersen öğreneceğin bildiğin kadardır yanımda yürürsen benim söyleyeceklerimden öğrenirsin.”  Dedi.

       Lafını tam bitirmeden yanına varmıştım bile. Beraber yokuşu çıktık. Ne yaparsın, neden buradasın, kimsin, ne iş tutarsın… Uzadıkça uzadı sorularım. Hiçbirine cevap vermedi. Yanında yürüsem de öğreneceklerim bildiğim kadar kalacak gibi sen bir şey demiyorsun, dedim.

“ Sessizlikte öğretir insana. Benim hakkında, ben konuşmadıkça döner durur düşüncelerin.” Dedi.

      Algılamakta zorlanıyorum seni, dedim. Hayata insanlardan kopmuş bir şekilde tutunamazsın, dedim. Attım tuttum hakkında, önyargıyla kırmak istedim sessizliğini. Yürüdükçe yürüdü. Ben sadece veri toplama derdindeyim, dedi. Şaşırdım. Ajan falandı herhalde. Tabi yüzüne söylemedim bunu, onun hakkında kafamda dönüp duranlar.

“ Ben ölüme inanıyorum. Öldükten sonraki yaşama da inanıyorum.” dedi.

        Tabi çok günahı yoksa insanın cennete yaşamayı hayal etmesi kadar normal bir durum yoktur, dedim. Öyle bir kahkaha attı ki arkadaş çevremden daha iyi bu adam dedim. Yaptığım espriler karşısında gülen ilk adam. Sonra biraz daha düşündüm de espri değildi söylediklerim. Neden güldün, dedim.

“ Ben cennetten bahsetmedim.” dedi.

       Demek ki çok günah işlemişsin bu durumda cennet kapılarını arşınlanman pek bir gereksiz, dedim. Bu sefer gülmedi. Belli ki ölümden de büyüktü günahı. Bu konuşmalar dönerken çoktan bitmişti yokuş. Hiç tanımadığım bir mahallenin sokaklarında yürümüş bilinmezliğin içinde bulmuştum kendimi. Mezarlık kapısını görünce fark ettim. Neden getirdin beni buraya kimsin sen, dedim. Durup yüzüme esefle baktı, ısırdı dudaklarını, kaşları çatık.

“ Öncelikle seni buraya getiren ben değilim, senin ayakların. Gölgeyi takip eden de karanlığa adım atmanın heyecanı içinde olan bir fikirdir, bu da senin fikrin. Kim olduğuma gelirsek ben sadece etrafta dolaşan evsizin biriyim. Önyargılı da olma. Benim de var belli hedeflerim.” Dedi.

       Kızdım kendime. Onu suçlamıştım. Doğru da söylüyordu onu takip eden bendim. Özür diledim hemen. Çoktan yürümüş bir mezarın başına varmıştı. Mezarın arkasında eğilmiş bir şeylerle uğraşıyordu. Yanına yanaştım. Ne yapıyorsun mezarlığı 1mı soyuyorsun, dedim.

“ İnsan, önemsizleştiğinden beri mezarda çalınacak bir şey kalmadı.” dedi.

       O zaman neden buradasın, dedim. Bir çıkın açtı. Cebinden çıkardığı kâğıtları çıkının içinde ki kâğıtların üstüne düzenli bir şekilde ekledi.

“ Yazdıklarımı buraya saklarım.” dedi.

       Anlattı sonra kendini, nasıl bu hale geldiğini. Ölümden sonra inancı olan yaşam hayatta bir şeyler bırakabilmekmiş. Onu da öğrendim. Bir kitap bırakmalıyım, belki biri okur, dedi. Dalıp gittim mezarın dibinde. Tiksindim de kendimden. Şimdiyi yaşamayı unuttum, ölümden sonra kalacaklara verdim kendimi, dedi. Daha da kızdım kendime. Kalktım mezarın başından. Buradan nasıl dönerim, dedim.

“ Herkes kendi yolunu kendi çizer, nereye çıkacağı saptığın sapağın başlangıcından bellidir.” dedi.

       Kalktım gittim yanından. Boş sokaklarda dolaşırken sürekli bunu düşündüm. Bu kadar boş bir hayat içerisinde ben ilk defa ölümünden sonra dünyada nesne içinde kalmaya çalışan bir adam tanıdım.


KEREM ÇİÇEK







Yorumlar