Sokakta oturmuş yoldan geçen insanları izliyordum. İnsanlar hayatlarında hiç yırtık elbiseli kimseyi görmemiş gibilerdi. Öyle kalabalıktı ki cadde bir ara sevgilisini öpe öpe doyamayan bir adam geçti önümden. Öyle mutluydu ki, yanındaki bıraksa onu; küfre boğacaktı dünyayı. İnsanlar sürekli koşturuyorlardı. Hep istediklerini yapıyorlarmış gibi heyecanla gelip geçiyorlardı. Bir ara durdurup hepsini söyleyesim geldi. Heyyy! Peşinde koştuğunuz hayatınız değil; size yapın dedikleri. Sonra durdum tabi. Ne diye karışıyordum hayatları boyunca ne yaptığını bilmeyen insanlara. Bana birkaç kuruş bıraksalar kâfi.
Ellerim ardına kadar açık verecekleri birkaç kuruşu bekliyordum. Hoş geçinemiyor insan bu kadar az parayla. Ne aldığınıza bağlı tabi, hayat kimin nasıl yaşayacağını elindeki madenilere göre belirliyor. İnsanın cebinde parası da kalmadı tabi. Hepsini bankaların ışıklarına yatırıyor. Bir iki dilensen bozuğum yok diyorlar. Bozmadan ver diyorsun; o zaman da üstümde yok diyorlar. Sokakta yaşamanın acınası durumları hep bu açlıktan geçiyor işte. Karnım biraz da doysa hemen içmek geliyor aklıma. İçince de şöyle uzanası geliyor insanın rahat sıcak bir yatakta. Yani aslında insan hep daha güzelini istiyor. Doymuyor ki insan dediğin.
Her gün bir yer seçerim kendime o gün oranın şanslı olduğuna inanırım hep. Hayat böyle bir umudu taşıyanlar için sonsuzdur. Tabi ömrün sonu geldiğinde, şöyle geriye dönüp bakmak isteyenler de pek azdır. Herkes beğenmez tüm ömrüne sığdırdıklarını. Mesela bir arkadaşım vardı. Çalıştı ömrü boyunca tam ölürken denk geldim anlatısına çok basitti söylediği.
E, ne oldu şimdi, dedi.
İşte ben böyle ölmemek için dileniyorum. Birkaç gün aç kalırsam ölmekten korkuyorum. Ölmemek için; her gün sabahtan akşama kadar geçen insanlardan birkaç kuruş bekliyorum. Hoş onlar da ölecek ama verecekleri kuruşlardan değil onlar çok yaşamaktan ölecek. Ben de öleceğim. Dönüp arkama baktığım da ne oldu şimdi dememek için gözlüyorum tüm bu insanları. Çalan ıslıklardan biri de ben olayım istiyorum.
Şöyle bir gün sabah oturmuş bir dağın tepesinde gülümseyerek; doğan güneşin altında ısınan insanlara güleyim istiyorum. Hem de hiç tanımadığım insanlara, hani benden yüz yıl sonra doğacak insanlara. Ne yaptıklarına bakarak şaşırmak istiyorum. Demek bu zamanda doğsam böyle görünecekti dünya bana, demek istiyorum. Bir ıslık çalıp çağırmak istiyorum hepsini dağ başına. Sonra gösterip o meçhul değişmiş sokakları,
Bakın ben şurada dilenirdim günde birkaç lira kazanırdım, demek
istiyorum.
Tabi ne bilecekler dilenmeyi. Belki de benden yüz yıl sonra kimse dilenmezdi bu hayatta ya da herkes açlıktan kıvranıp bakardı birkaç kişinin eline. Hoş, çiçekler ne renk olurdu bilmem ama ay yine doğar mıydı işte onu hiç bilemem. Dünya nasıl bir renge bürünürdü, insanlar ne giyerdi, herkesin kalemi olur muydu acaba ya da küçük bir kâğıt parçası? Yoksa herkes ellerini kaydırarak mı gezerdi dünya da?
Geçen gün sokakta atılmış gazeteleri gördüm. Merak ettim insanların neler okuduğunu, göz gezdirdim iyice. Yazı yazan biriydi herhalde, dünya çok uzun yıllar görecek demişti. Öyle uzun ki hiçbir şey baki kalmayacak yaratılanı tarafından. Öyle korktum ki; mesela yüz yıl önce kitap yazan bir yazar yok mu olacaktı, hiç kalemi eline almamış gibi. Bir masal yitirecek miydi kulaklardaki gezisini. Mesela benim fotoğrafımı çekip dileniyor diye başlık atan gazeteci olmayacak mıydı artık?
Ne bileyim hüzün kapladı bedenimi. Ürktüm kalktım oturduğum alışveriş merkezinin önünden. İnsanlara tuhaf bir şekilde bakıp hepsine saldırmaya başladım. Birini yakasından tuttum, bağırdım yüzüne. Birine yumruk attım. Kafa attım birine. Gırtlağım yırtılana kadar bağırdım. Acelesi olan tüm insanlar durup bana baktılar. Öyle bir bağırdım ki önemli işlerini bırakıp beni izlediler.
Gururlandım. İlk defa birileri beni dinledi.
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder