Hep
aynı saatte gelirdi danışmanım. Çok bir şey danışabildiğimden değil danışmanım
demem. Adını öyle resmetmişler resmi evraklara, bize de kullanmak düşer. Son
yudumu alıp yavaşça kalktım sandalyemden. Fakültenin basamaklarını çıktıkça
öğle arasında kafadarlarıyla yüz ekşitecek sohbetleri yapan sayın danışmanın
keyfini bozacağımı biliyordum, nedense biraz gülümsüyordum.
Tık tık sesiyle gel demeden
daldım içeri. Cevap vermez çünkü kapı seslerine. Her zaman müsaittir felsefeye,
bilime. Olumsuz yanıtınızdan sonra tezimi yeni bir konu çerçevesinde
hazırladım. Aşağıdaki sorular tezime dairdir, dedim. Bıraktım savaş kanıtlarını
masaya. Gözlüğünün kirli penceresinden göremeyecek oldu ki hafif kaydırarak
burnunun dibine göz gezdirdi sorulara. Güldü, yapmakta olduğu işine döndü.
Kabul ediyorsunuz, cevap vermemeniz bunun en belirgin ifadesi, dedim. Belli ki
öfkesini gizleyecek bir silahı olmadığını anlayarak hışımla yüzüme kükredi.
Savaş, fiili olarak başlamıştı. Tarihini kazanan yazacak. Kaybedense
alternatif tarihe sarılacak.
Sen kendini ne sanıyorsun, sen kimsin, ne
biçim bir şeysin lan sen, dedi. Akademik diliniz kulaklarımızda pelesenk olmuş,
sizi çok iyi anladım, dedim. Tabi durur mu? Başladı neden kabullenmediğini
anlatmaya…
Sen gerçeklerden uzak saçma sapan
konularla uğraştıkça hiçbir tez konunu kabul etmeyeceğimi bilmelisin. Şu saçma
sorulara bak “İnsanın varoluşu, gerçeği bulmakta ki arayışında mı?” gerçek
hiçbir zaman bu dünya da olmadı. Olmayacak. Bunu altı senedir sana anlatmaya
çalışıyorum. İnsanlığın gerçeği burada bulamayacağına dair yazılan onca
kitaptan haberin yok mu senin? Hayattaki varoluşun rezillikten başka bir şey
değil. İşte danışmanımın lafları bunlardı.
Önce kendi kendime düşündüm. Yani ben kendimi var ederken rezilliği
kaderim mi yaptım? Sonra bir savaş sırasında değerlendirme yapmaktan çok cevap
vermenin gerekliliğini hatırlayarak, karşı atağa geçtim.
Ben tezimi hazırlarken hayatın içindeki
malzemeyi kullanmalıyım. İdealar dünyasını değil. Tıpkı *Althusser’in dediği
gibi. Tabi ki siz kim olduğunu hatırlamayacaksınız. Derslerde geçiştirmek için
bayağı bir uğraştınız. Şunu da net olarak söyleyebilirim ki Platon’a karşı tek
saygım savundukları için mücadele etmesidir. Dünyanın gerçekliğine inanmayıp
başka bir dünyanın yansıması içinde olduğunu kabul ederek buna inanarak ısrarla
bunu savunması ve bunun için mücadele etmesidir. Tıpkı benim tez konum için
yaptığım mücadele gibi. *Platonla tek benzer yanım düşüncemi yok sayanlara
karşı eylemlerim. Platon’un içeriği de sizsiniz, yoksa edebiyattan sanattan nefretiniz
başka nasıl açıklanabilir.
Galiba danışamadığıma söyleyecek son
sözlerim. Evet, bitti hepsini söyledim. Kapıdan çıkarken ona dair gördüğüm son
şey; korkunç kirli gözlüklü bir herif. Sonrası malum kampüs içerisinde savaştan
yarı sağ çıkan bir adamın değerlendirmesi. Bir çay, bir yudum, gururumu okşayan bir müzik. Sonuç mu bölüm
benim için bitti. Okulu bıraktım. Tez benim için bitti.
Haliyle okulu bırakmam onun için bir
zaferdir. Bu durumda da kaybeden benim. Bu yazı da kaybedenin alternatif
tarihi.
* Sayfa içinde Wikipedia arama motorundan araştırabilirsiniz.
Değerlendirmede dinlenen müzik için tıkla
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder