Her şeyin farkında olduğunu düşündüğünden
sıkılmaktaydı. Etrafı izledi. Bir kadın aceleyle sürüklüyordu çocuğunu karşıya
geçmek için. Bir yaşlı, emekli maaşını çekiyordu bankamatikten, gözü daha çok
takıldı yaşlı adama, öleceğini hatırlatıyordu ona. Bundan kurtulmak için
çıkmamış mıydı dışarıya. Fark edip düştüğü durumu kurtulmak için kaydırdı
gözünü bağıran simitçiye. Yaşanılmayacak bir hayatı vardı simitçinin; ne o öyle
sabahtan akşama kadar bağırmak bir lira için. Yine canı sıkıldı. Oturdu bir
banka, düşünüp cebelleşiyordu kendiyle. Nasıl da işi yoktu. Simitçi gün boyunca
bir liranın peşinde koşarken ikincisini hayal ediyordu, bunun üzerine
tartışıyordu da kendi ne yapıyordu bu hayatta. İşsizlikten derler ya işsizlik
değil bu yaşadığı.
Yine dalıp başladı kendisiyle konuşmaya…
“Benim tüm bu yaşadıklarımın sorunu,
yapacaklarımı hayal etmenin kırıklığı. Hayır ben yapacaklarımı bırakmadım.
Evet, bıraktım. Ne diye düşünüp duruyorum o rüyayı. Rüya benim bastırdıklarım
değil mi? Yine kendi ektiklerimi gün yüzüne çıkartıp yeşertiyorum işte. Bak
kadına çocuğunu korumak dışında bir endişesi yok ne kadar da mutlu. Mutlu mu?
Mutluluk anlayışımda bir problem var? Çocuğun için endişelenmek nasıl bir
mutluluk olabilir ki? Kendinle kavga etmekten daha az yorucudur, bir başkasına
endişelenmek.
Hayır sadece çok uğraşıyorum kendimle.
Tarih boyunca kendi dışında işlerle boşuna uğraşmadı insan, merak ettiler
doğrudur. Hem de kendileri dışında her şeyi merak ettiler, bilim sanat, felsefe
bir cümle iş güç ürettiler kendilerine. Evet, doğrusal bir çizgi değildi bu.
Bilerek koşmadılar belki peşinden. Hep ölümden kaçmak için yaptılar tüm
bunları. Nedense sürekli öyle hissediyor bir yanım. Oturup benim gibi
kendileriyle korkularıyla yüzleşmediler. Belki de buna boş zamanları yoktu.
Belki de düşünmek gereksizdi. Belki de benim gibi bir rüya görmediler.
Kendilerini düşünmeyi
atfedemediler kendilerine.
Ya da kendimle yüzleşmeyi, kendimi
boğmak olarak görüyorum. Boş olan zamanlarımı kendimi tanımak yerine kendi geçmişimi
ve geleceğimi yargılamakla geçiriyorum. Belki de bırakmalıyım olanları ve
olacakları. Nasıl bir insan olurum o zaman. Geçmişini irdelemeyen geleceğini
kuramaz derler. Ben gelecek kurma peşinde değilim ki! Ben geleceğin gelmesinden
sonsuz defa gelmesinden yanayım ki doğa hiçbir zaman izin vermez buna.
Bak yine tartışmayı kaçırdım. Şunu
düşünmeliyim. İnsanlar, mesela Antik Yunandaki düşünürler; ne çok boş zamanları
vardı düşünmek için. Kendi dışında her şeyi düşünmediler mi köleler hariç! Şu an
köleleri düşünmüyorum sosyal sorunlar değil tartışmam. Tartışmam bu olmayabilir
ama bugün sanat, bilim en çok ihtiyacın olan sana cevap veren psikolojiyi o
köleler yarattı. Antik yunandaki düşünürler değil. Saçmalamaya başladım. Hayır
saçmalamadım.
Köleler vermeseydi ekmeklerini
köle sahiplerine, kim düşünürdü resmi, çizgiyi.
Tamam ben, bu süreci nasıl atlatacağımı
bilmiyorum. Hayır biliyorum. Aslında bir yol haritam var. Haritam falan yok.
Sadece çok yönlü düşünüp sabahımı gecemi bu tartışmaya vermekten sıkıldım.
Belki de hayatını vereceksin. Her şeyi bırakıp üzerine gitmek için. Bu hayatımı
nasıl kullanacağımı belirler mi? Belki de üzerine gitmek geleceğimi farklı
şekilde kuracaksa ölümü yanımda taşımalıyım.
Taşırsam da düşünmemeliyim, lazım
olduğunda çıkarıp sormalıyım soracaklarımı. Soracaklarımı bitirdikten sonra
arka cebime koyacağım kâğıt parçaları değildir düşünceler. Yazdığımda somut olurlar ama; öyle değil mi? Evet, öyle. Yeni bir harita mı koymalıyım cebime?”
Çoktan yürüyüp oturmuştu bank
üzerine. Ellerini kavuşturmuştu ceplerine. Önünden yığınla insan geçti yetişmek
için işlerine. Ne onlar fark ettiler düşündüklerini ne de o baktı nereye
gittiklerine. Öylesine perde çekmişti ki gözlerine. Karaltı içinden bir dut
ağacının yeşil gölgesi gösteriyordu kendini zaman buldukça insan gölgesinden.
Hafif, gittikçe uzaklaşan bir tını düşüncelerin arasında, boşluklarda
duyuruyordu kendini. Simitçi…Simitçi…
YAZANIN KAFASINDA ÇALAN EZGİ İÇİN TIKLA
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder