Yüzüne yağan damlalardan kurduğu hikâye,
yağmurun kendini bitirmesiyle sona ermişti. Yerinden kalkarak eski günlerine
doğru yürümeye başladı. Çoktan sabahın sessizliği bozulmuştu. Şehir, her gün yarattığı
büyük hayallerine karşı ayaklanmış, çaresizce işine gidiyordu. Bir onun
hayalleri vardı. O, bu şekilde düşünüyordu. Sadece şu kısacık hayatını hayalleriyle doldurup yürümek istiyordu.
Bir zamanlar pencereden bakıp tepesinde altın
olduğunu düşündüğü dağı getirdi gözünün önüne. Şimdi nasıl da kazılmış,
trafolarla, fabrikalarla doldurulmuştu. Geçmişi mi özlüyordu yoksa dağın
tepesinde hayal ettiği altının çalındığını mı düşünüyordu? Bu kadar fabrika kurulmuşsa
hayal değildi pencereden görünenler. Bir çocuğun hayalleri gerçekleşebilir miydi
yoksa çocuklar zaten gerçekleri mi görürülerdi? Kulaktan kulağa oynarken son
fısıldanan kişi doğruyu mu duyardı?
Sürekli aklında dönen sorular ve
görüntülerle çoktan ana caddeden çıkmış ara sokaklara dalmıştı. Birkaç kâğıt
parçası bulmalıydı kendine, bir de kalem. Başlamalıydı istediklerini yazmaya.
Yazacak bir yere ihtiyacı yoktu dinlenen bacaklarını masa niyetine kullanıp
masaj yapabilirdi kendine. Hem zaten yazmak da yaşamla ilişkiyi bir süreliğine
durdurmak değil miydi?
Küçük bir kırtasiyeye girdi böylece. Bir
deste kâğıt istedi, bir de hepsi aynı renkte kalem. Kırtasiyeci uzattı
kağıtları, kalemleri ve içi boşalan avucunu. Beklediği paralar yerine bir
selamlaşma hissetti elinde. Baktı karşıdakine, sırtı dönük yürüyen bir paltodan
başkası değildi gördüğü. Sesini yükseltip gidenin arkasından hızla geçmeye çalıştı tezgah önüne. Başardı da
çıkmayı lakin gecikmişti. Sokaklara dalıp bulmak istedi kalemle
kağıtlarını. Sokaklarsa arayana düzlük kaçana kıvrımlıdır her zaman, döndü
dükkanına.
Bizimkiyse tutmuştu bir mezarlığın yolunu
çoktan. Oturdu bir mermerin dibine, çekti bacaklarını kendine. Özenle bıraktı
kağıtlarını çamurlaşmış toprağın üzerine. Cebinden çıkardığı kalemle başladı
çiziktirmelere. Etrafta sessizlikten başka hiçbir şey yoktu. Kalemin kâğıt
üzerinde titreşmesini duyabiliyordu. Biliyordu da mezarlıkta lambalara ihtiyaç
duyulmadığını. Kulağına hoş gelen titreşimlerle kullandı son damlasına kadar
gün ışığını.
Akşam çökünce sessizlik ağırlaştı üstünde.
Yazmayı bırakıp karşıda dikili duran mezar taşlarının boylarını yarıştırdı
kendi kendine. Orta boy olanlar yakışmazdı kendisine. Gülümsemeye başladı.
Tutamadı kendini kahkaha attı karanlık içinde. Ülkede mermerin çokluğu kadar umutla yaşayanlar olsa
keşke, diye iç geçirdi. Düşünüp kendini mermer bir mezarda bir daha güldü mezar içinde ki haline. Evet, orta boy mezar yakışmazdı ona. Bunu
da not etmeliydi, yazdı kâğıdın bir köşesine. Ünlem işaretini kalınlaştırıp
iyice büyüttü harflerin yanında. Koydu kalemini cebine. Topladı kağıtlarını,
sıkıştırdı pantolonunun arka cebine.
Şimdi sokaklar yine ona aitti.
Mezarlıktan yokuş aşağı bıraktı kendini. Saatlerdir masa olarak kullandığı bacakları
kaskatıydı. Sendeleyerek çalışmaya başlayan mekanizma hatırladı yürümeyi. Adım adım
geliştirip silkerek bacaklarını başladı yürümeye. Evlerin perdelerine yansıyan
gölgelere baka baka vardı çatallaşmış yola. Her zamanki gibi yine köşeden kayboldu
karaltıda.
Kağıt, kalem taşıyanın müziği için tıkla...
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder