Olmadı unutamadı işte. Rüyasını göreli
bir iki hafta geçmişti. İçinde kıvrandı, hayata tutunma isteği. Silmek, çıkarıp
kalbinden yükünü dökmek istedi, mahallenin kenarına. Beceremedi. Kendine yeni
yeni heyecanlar yarattı. Öyle meşgul etti ki kendini düşünemez olacağını
duyumsadı, olmadı.
Unutmak neydi ki? Bunu sorgulamaya kalkıştı.
Ne haddineydi ki onun unutmayı tanımlamaya çalışmak. İnsan işte, taktı mı
kafasına illaki üstesinden gelmek istiyor, beceremeyeceklerinin. Her zamanki
gibi kuytu yerlere kaçtı. Halbuki bu yerler daha çok iterdi mutsuzluğa insanı.
O ise, sesten kaçıyordu duymak için kendini. Umutsuzluk peşinde koşanın sesi
yüksekti de mutlu olduğu günlerin sesi pek duyulmuyordu kalabalıklarda.
Anneannesinin evi geldi aklına. Evin hemen
altındaki boş eşyalar kulübesi. Oraya gitmek istedi. Kimse gitmezdi zaten, anneannesiyle
kendisinden başka da kimse bilmezdi. Demir kapının ardındaki önemsiz eşyaların
düzensizliği… Kapıdan girer girmez eski koltuklar karşılar insanı, yeşil rengi
sarıya dönüşmüş koltuklar, ağlarla pisliğin birbirine ahenk kattığı eski bir
televizyonun üstünden sızan kirli ışık, ışığın bittiği yerde her an taşınmak
için saklanmış boş kutular… Kutular saklı bir yer yaratmıştır sanki oturmak
isteyene. Gelip kendinden saklamak istediğin bir yer. Buraya gelmek istiyordu
işte.
Mahalleliden sakınıp girmeye çalıştı evin yamacına.
Tanırdı insanlar onu anneannesinden ötürü. Saklanarak sızdı evin dibine.
Anahtarı vardı. Sakince açtı kapısını. Başka zamana geçiş yapar gibi son kere
baktı kapı aralığından. Kapattı boşluğu. Işığın son noktasına baktı hala yerindeydi,
oturulmak için ayrılan yer. Oturdu. Gözleri dolu bir şekilde baktı ışığın
sızdığı pencereye. Başını sakladı bacak arasına. Sırası gelmişti umutlu halini
duymaya.
Bekledi. Unutmak istedikleri kulaklarında
çınlarken umutlu halini sabırla bekledi. Mutluluk için ıstırap gerekirmiş,
hatırladı. Hareketlerini kıstı, biraz daha döndü içine. Şimdi hatırladı unutmaya
dair bildiği sözcükleri. Duyurdu kendine.
“Hatırlamalıyım, nasıl unutmuştum ilk
oyunumu? İlk öpücüğümü nasıl unuttum? Unutmanın nasıl olduğunu çözmeliyim. Bunu
nasıl çözer ki bir insan? Kendini dışarı vurur. Meşgale bulur kendine. Bunu
bilerek yapmaz elbette. İçinden gelmeli hareketlerin. Saplanmış olanın hareketi
mümkün değildir. Balçık etkisiz kılar kaslarını. Hareketsiz kalmanın, balçığın
dibine süzülmenin tanımı budur. Ben balçıkta değilim ama! Düşünceler de balçık
kıvamında olabilir. Ben de bu durumdayım ya. Bu yüzden unutmanın tanımını bulup
kendimi inandırmalıyım olabileceğine. Tamam, başlıyorum.
Tüm
şehir de kesilmiş misal elektrikler. Ben bir evin damındayım. Hayır damında
olursam her yeri görmem kabil değil. Evet, çok yüksek bir yerindeyim şehrin. Her
yer öyle karanlık ki elimi uzatsam göremem parmaklarımın hareketlerini. İşte bu
zifiri karanlık ta kendisi unutmanın. Düşündüklerimse işçilerin açtıkları fener.
Sokaklarda trafoların yerini bulmak için el fenerleri yol gösteriyor onlara.
Bir kapatsam fenerlerini hiçbir zaman bulamayacaklar çalışacakları yeri. Dünya
ise sürekli karanlıkta kalacak. Unutacağım her şeyi.
Fenerlerini söndürmem için önümü
görmeliyim oysa parmaklarımın nasıl hareket ettiğini göremediğim bir
karanlıktan uzakta yanan bir fener ışığına nasıl varmayı planlıyorum. Bu, bir
kısır döngü. Bu yüzden unutamıyorum. Unutmaya çalıştıklarımı aklıma getirdikçe unutamıyorum.
Şunları, bunları unutmalıyım dedikçe hatırlıyorum, kısır döngüm bu işte. Hemen
olumsuz düşünme umutlu yanınım ben senin. Ne demiştim bu konuşmaya başlarken.
Hareket. Evet, hareket ve meşguliyet alıkoyabilir seni düşünmekten. Hayır,
kendimi tanımlamakta ve neyi nasıl düşüneceğimi bulmak da zorlanıyorum.
Düşünmek bilinçli gelişebildiği gibi bilinçsiz de gelişebiliyor. Bu şekilde
gelişen bir karmaşayı çözemem. Hiçbir şey düşünmediğini iddia eden bir insan
bunu neden iddia ettiğini düşünüyordur.”
Saplantı buydu. Kendine gömülüp
başka hiçbir işi yapamayacak takatsizliği içinde büyütmek. Işık kendini tüketip
odadan kaybolana kadar kaldı, kutuların kenarında. İçindeki tartışma hararetlendikçe kutuların rutubet
kokusu alışıldık bir hal alıyordu. Bir kıpırtı ile geldi kendine. Hızla koşan
minik ayakların önünü görmemesinden kaynaklanan bir ses. Hareket etmesi
kalabalığa karışması gerektiği geldi aklına. Sonra vazgeçti bu düşünceden.
Gömdü kafasını bacaklarının arasına. Hala her yer zifiri karanlık.
Sızan ışığın içindeki ezgi için tıkla...
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder