Köşeyi
dönüp karaltıya mahkûm olunca anladım, aynı şeyleri yaşadığımı. Zifiri karanlıktı.
Bense parmaklarımın ucunu görmek istiyordum, yakınlaştırıyordum parmaklarımı
gözbebeklerime. Şimdi ayaklarımın çıkardığı gürültü ve yağmur sesi yutmuştu tüm
sesleri. Islanmak umurumda değildi. Ben yağan yağmur altındaki yalnızlığıma
üzülüyordum. Ağlamak geliyordu içimden de zaten ıslak değil miydi yüzüm, gözüm, yanaklarım…
Suya dalan ayaklarımın çıkardığı
seslerden ayrı bir ses duymaya başladım. Topuk sesi. Bir kadın vardı sokakta.
Yalnız değildim. Ağlamaya başladım sevinçten. Hep arkamda mıydı acaba yoksa ben
mi gerisindeydim. Zifiri karanlık işte göstermiyor ki kimseyi kimseye. Hızlandım.
Yetişmek istedim topuk seslerine. Hızlandıkça azaldı o narin yürüyüşün
çıkardığı sesler… Narin miydi? Sanki biraz telaşlı! Benden mi ürkmüştü yoksa? Rahatsız
etmiştim onu. Yolunu değiştirmişti benim yüzümden. Evet, sesi kesildi topuklu
ayakkabılarının. Tali yol yok ki bu sokakta. Sokakları mı karıştırdım yoksa!
Belki de kadın geride kaldı. Sesin kesilmesine başka bir sebep daha.
Döndüm geriye, bu sefer daha da
arttırdım hızımı. Karanlıkta, bunca yağmura rağmen benden başka kim gezerdi ki sokakları,
herkes evinin ışıklarında oturmaktan bu kadar memnunken. Sesi kaybedersem bir
kez daha yalnızlaşacaktım. Korku içinde daha da hızlandım. İşitti kulaklarım su
zerreciklerini ortadan ikiye bölüp küçük çemberler oluşturan o topuk sesleri
işte. Yolunu kaybetmiş ayaklar. Işığını
kaybetmiş bir insan daha.
Durdum birden. Yine umutlanıyorum. Bunu
yapmamalıyım. İçimde biriken sıcak kımıltıyı durdurmalıyım. Kulağa çarpan ses
umut yaratmamalı bende. Ben neden böyleyim? Neden sürekli hayatın bana yeni
şanslar tanıyacağına inanıyorum. Her şeyi kırıp döktükten sonra ilahi bir elin
parçaları bir araya getireceğine sadece bir deli inanır. Bense çocukluğumdan beri
öyleyim.
Her şeyi terk edip yollara daldığım
günlerden bir gün. Bankta oturuyordum. Önümden geçen iki delikanlıdan erkek
olanı, göstermek için sevgisini yanındaki kadına bir laf etmişti. “Filler de
uçar, yeter ki sen uçtuğunu unutma.” Gülümsemiştim. Kız da gülümsemişti. Erkek
hoşnut olmuştu kızın gülümsemesinden. İşte o zaman yapışmıştı tenime
umut dediğim çetrefilli sözcük. Atmalıydım üstümden bu sözcüğü. Umut, ölmekte
olanın teninde yakışmaz. Dert çıkarır başına. Bir buzdolabı bile beklentiye
sokar ölecek olanı.
Durup tüm bunları düşündüğüm sürede
topuk sesleri yaklaştı iyice. Yağmurun sesiyle topuk sesi öyle bir bileşkendi
ki hiç bitmesin istedim. İyice yaklaşmasını bekledim telaşlı olduğuna emin
olduğum kadının. Bir silah sesi duydum. Arka arkaya. Tam da bir sonraki ayağın
topuğunu yere vurduğu an. Tam da yağmur damlası çember çizerken yerde basılı
olan topuğun çevresine. Ardından bir bağırtı. Kadından değil, ışıkları
yanan kendince mutlu o evden. Durmuştum ya donup kaldım bu sefer. Zamanın nasıl
geçtiğini yerde yatan ağzı bağlı kadın bilir sadece. Kendime geldiğimde topuk
sesleri bırakmıştı yerini ambulansın çığlıklarına.
Yaklaştım, yere düşen kadının yanına.
Dokundum kendi cesedime dokunur gibi. Gözbebeklerimi yaklaştırdım topuklarına.
Sirenler, fenerler yardı karanlığı. Sokak aydınlandığında, ortaya çıkan
fotoğrafta ben vardım. Yerde yatan siyah paltosu kanlı bir kadının topuklarına
ellerini koymuş zavallı bir adam.
Gözlerimin kamaşması sona erdiğinde
baktım yüzüne. Masum ve korkuluydu. Yaklaştım kulaklarına. Yağmurun sesi,
ambulansın çığlığı, insanların paniği içerisinde duyurmaya çalıştım. Ben daha
önce yaşamıştım ya bu duyguyu, belki o da aynısını yaşar diye fısıldadım…
“Filler de uçar, yeter ki
sen unutma uçtuğunu.”
Uçan filin müziği için tıkla...
KEREM
ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder