Bu hissiyata saklambaç oyunu
üzerinden bakalım.
Hatırlayalım, neydi saklambaç oyunumuz?
Bir ebe vardır. Ebe gözlerini yumup belli bir sayıya kadar sayar. Geri kalan
arkadaşları ise bir yerlere saklanır. Ebe gözünü açıp geriye baktığında alan
bomboştur. Açıklamayı burada durduralım.
Herkes nerde?
Herkes nereye kayboldu? İşte tam
olarak ebe olan kişinin yaşadığı o boşluk hissi budur. Demin etrafında koşturan
mızıkçılık yapan arkadaşları artık yoktur. Ama burada bir yerdeler değil mi?
Şimdi ebe olan kişi yaşadığı boşluk hissini doyurmalı. Kaybettiğini bulmak için
uğraşmalı. Kaybettiklerimizi geri almak için verdiğimiz mücadele değil mi bu?
Ama gerçek hayatta kaybettiğinizi asla geri getiremezsiniz! Gerçeklikte
kayıplarımızı bulmak, onlara tekrar ulaşmak için koşturabilirsiniz ama geri
getiremezsiniz! Geri getiriyorsanız bu bir oyundur. Ölen diriliyorsa oyundur.
Peki saklanan arkadaşlar nasıl
bir his yaşıyorlar?
Bir köşede, kenarda, kuytuda
bulunmayı özlemle bekliyor olmalılar. Kafalarında binbir planla onları arayan
arkadaşlarını izlemekte, belki de hareketlerine gülmektedirler. Gerçek hayatta
hiç de öyle olmaz. Kaybolmanın komik bir tarafı yoktur. Kaybettikleriniz bir
yerden sizi izliyor olsalar size sarılmanın hasretiyle durmadan size doğru
koşarlar.
O zaman oyunun gelişimini açıklamaya
devam edelim. Ebe yaşadığı boşluğu doyurabilmek için kaybettiği arkadaşlarını
bulma umuduyla her deliği, köşeyi, kenarı aramaya başlar. Oyun bu şekilde devam
eder. Arkadaşlarından birini buldu mu hemen gözlerini kapadığı yere koşarak
elini oraya değdirir. Arkadaşını bulduğunu resmileştirir. Bu kuraldır.
Gerçeklikte öyle mi? Kaybettiklerimizi
bulmak yetmez mi? Onların yanımızda olduğunu belirten kurallar ya da
yakınlıklarla ilgili bir tescile ihtiyacımız var mı? Bu tescil olmazsa geri kalanlar buna
inanmayacak mı? İnanmazlarsa bu bir oyundur.
Peki oyunu açıklamaya devam
edelim.
Ebe, arkadaşlarını bulup bulduğuna
dair tescilini yapınca coşku hissine kapılır. Kim coşku hissene kapılmaz ki
sevdiği insanları görünce! Bu coşku hissi diğer arkadaşlarını bulmak için itici
duygu görevi görür. Aynı hızla diğerlerini bulmaya ve bunu tescillemeye başlar.
Ebe tarafından bulunan arkadaşlar da aynı coşku ile kendini var etmek için
ebenin gözlerini yumduğu yere koşacaktır.
Ben varım, kaybolmadım,
buradayım!
Peki, arkadaşlarından biri ebeden
önce, gözlerini yumduğu yere elini değdirirse ne olur?
Oyun kurallarına göre, o kişi ebe olur.
Peki kim arkadaşlarını kaybetmek ister? Hiç kimse! Onları tekrar bulacağına
emin olan kişi kaybetmeyi göze alabilir. Bu durum da sadece oyunda mümkündür. Arkadaşları
bulmaktaki, aramaktaki o coşkunun içine bürünmeyi hayal edip yaşamak isteyen
kişi ebe olmayı göze alır. Belki de bu yüzdendir aceleleri ve koşturmaları.
Biraz da bu duyguyu tatmak için, biraz da kaybetmek için.
Kaybetmek iyi bir şeymiş gibi
geldi kulağa değil mi?
Oyun içerisinde kaybetmek muhteşemdir
çünkü. Çoğu çocuk, oyunu kaybetmek üzere oynar. Çünkü oyunun yaratıcıları
onlardır. Oyunu yaratan kendi koyduğu kurallara yenik düşmek ister. Sebebiyse
çok basit, daha eğlenceli, gerçeklikten uzak, kaybetmenin kısa süreli ve
zararsız halidir oyun. Gerçek hayatta kaybetmenin dönüşü yoktur. Oysaki oyun,
dünya üzerinde konulmuş tüm kuralları çiğneyip kendi dünyasına özgü yeni
kurallar koymaktır. Kurallara yenik düşmek daha çok coşku daha çok his daha çok
eğlenmektir.
Kaybettiğini bulmanın, kaybolmanın
önemi başka deneyimle hissetmektir. İşte deminden beri karmaşıklaşan gerçeklik,
hislerimiz ve oyun burada kesişir. Hislerimiz gerçekte de oyunda da aynı
reaksiyonu gösterir. Deneyimlemek dediğimiz kavram da böyle şekillenir.
O zaman şöyle diyelim:
1,2,3,4,5,6,7,8,9,10 sağım, solum,
önüm, arkam sobe…
Herkes nerde?
Kerem çiçek
Yorumlar
Yorum Gönder