CAFER’İN MUTLU HAYATI




 

 

         Takip edemiyor ki. Kim bilebilir ki iniş çıkışlarını hayatın. Kim yönlendirebilir ki geleceğini kağıtlara yazılan formüllerle? En ufak ayrıntısına kadar çizebilsen de bir portreyi su dökülüverir üstüne tablonun.

İşte hayat tam da bu nokta da ayrıştırıyor bizi kesinlikten.

        Zaten Cafer de biliyordu bunu. Çok fazla bir şey beklemiyordu hayattan. Attığı her adımı hesaplamaktan bitkin düşmüştü. Ona ne ki değişen mevsim içerisinde, ağaçtan kendini kurtarıp düşen yapraktan. Ona ne ki yağan yağmurun çıkardığı güzel sesten. Bırakmıştı güzeli aramaktan, sadece gerekenleri yapmaya adanmış bir yaşam sürmeyi hedef yapmıştı kendine.

        Yetiştirilecek o kadar şey vardı ki bu hayatta zaman bile kalmıyordu yıldızlara bakmaya. Kıvrılıp bir parkın kenarında güneşi emmeye zaman yoktu. Koşmalıydı. Biraz sağa sonra da sola. Merdivenleri doyasıya çıkmalıydı düşmek için apartmanların boşluğuna. Zaten annesi bu yüzden doğurmamış mıydı onu. Sırf yaraşabilmek için yorulmanın onuruna.

Ayın en eziyet gören ödülü de Cafer’e verildi böylece. Aldı birkaç kum torbasını hediye olarak taşıdı başkasının evine.

         Bazen anlatıyordu orada burada hayatın zorluğunu. Lafa başlar başlamaz kesiyordu sözünü yan tarafında oturan bir başka kişi. Güzelce diziyordu kelimeleri, ifade ediyordu dertlerini. Cafer sözü geri alacakken çaycı, üçüncü çayları dağıtırken anlatıyordu yarım kalan hikayesini. Zaman kısıtlı atmalı içinden son bir aydır yaşadıklarını bizim Cafer, alıyor kelimeleri biriktiriyor zihninde. Tam lafa girecekken bir haber çalınıyor kulaklara. Bir kargaşa ki toplanıyor herkes başka yere.

Cafer, süklüm püklüm içinde koca bir kum torbasıyla yine sokaklarda.  

          Geometriyi düşünüyor. Çizgilerin birbirine olan uyumunu. Hayatı bir üçgene benzetiyor. Ama belli bir yerden sonra daralır içi insanın, siliyor üçgeni kafasından. Bir dikdörtgene fırsat veriyor. Zihninde zaman geçtikçe hayat sıkışıp kalıyor dört duvar arasında. Nasıl bir geometrik şekil sürdürebilir ki hayatı, bunu düşünüp atıyor kendini ana caddeye, geçmek için karşısına kendinin. İşte o zaman unutuyor şekilleri. Hayat aksiyon içerisinde unutturuyor düşünenleri. Ölümle güzellik arasında kalakalıyor bir süre. Neyse ki geçebiliyor karşıya her şeye rağmen.

 

          Yaşadığı kısa tedirginlikten kurtulan kuş misali atıyor kalbi. Tutup bir eliyle göğsünü oturuyor kaldırıma. Yapılması gereken o kadar şey içinde güzeli düşünmek! Daha da tedirgin oluyor. Olmamalı güzele dair tek bir düşünce geçmemeli kafasından. İşe yetişmeli hemen kitaplarına bakmalı tekrar düşünmeli nasıl yok olacağını.

 Kapayıp gözlerini nasıl da hiçbir şey hissetmeyeceğini görmeli bir daha.

 

            Bir kaza anında güneş ışığında düşen bir yağmur damlasının güzelliğine ihtiyacı yok ki. Asla kandırmamalı kendini, hayat o kadar da hoş bir yer değil…

CAFER'İN MÜZİĞİ İÇİN TIKLA 


 

 

 KEREM ÇİÇEK

Yorumlar