Dağın tepesine çıkmıştım. Bunu sana
nasıl anlatabilirim ki? Dağın zirvesi işte. Tam oradaydım ne yana dönsem
düşecektim. Tırmanmak ne kadar zor olduysa inmek de o kadar zor olacaktı
biliyordum. Ben her zaman zirveye tırmanan biri değildim ki hayatımda ilk defa
-ne yana baksan tepede olmanın getirdiği his- o malum hissi yaşıyordum. Zirveye
çıkmanın bu kadar kötü bir deneyim olacağını bilmiyordum.
Hep yamaçlarda dolanıp hafif esen
meltemlerde serinlemek hoşuma giderdi. Dağın tepesine bakıp imrenirdim, platoya
bakınca da bir sevinç kaplardı yüreğimi. Plato hiç esmezdi çünkü. Tepeyse
fırtınalı olur diye çıkmak istemezdim. Kendimce yerimi bulmuştum. İyiydim.
Galiba dilime de gelmiyor ama tanımlanan bu ise kavram kitaplarında, mutluydum.
Şimdi mi? Şimdiki duygularımı ifade etmek istemiyorum…
Dağın çevresinde dolaşıyordum işte, o
yamaç senin bu yamaç esen meltem rüzgârlarının derken bir gün bir şey oldu. Ben
de anlamadım bir akşamüstüydü herhalde ya da akşamüstüne benzeyen sabahlardan
biriydi. Bir andı işte benim için. Bakış açım değişmişti. Sebep olan neydi
tanımlamak zor. İnsan her durumdan nem kapma gibi bir hastalığa sahip, kendini
var ettiğinden beri. Bir romanın yazılmasına etki eden neyse, notaların
istenilen ezgiyi yaratmasında ağır basan durum ne ise öyle bir hissiyattı
galiba.
Darmadağın olmuştum. Babanın
suratındaki ağır, yorgun, keyifsiz belki de memnuniyetsiz bir yüz ifadesi
bulaşmıştı yanaklarıma. Gözlerime ise, annenin kırılgan belki de çocuğunu
korumak isterken ki çaresizliği bulaşmıştı. Kaşlarım, istenildiği hiçbir şey
alınmayan bir çocuğun gerginliğinde gerilmişti. Yüreğim mi? Onu ben bile
tanımlamakta zorluk çekiyorum. Bilmem, belki de meteor taşı düşerken ona son
bakan bir dinozor gibiydim.
Evet, bu durumdayken yapmam gerekenin
sadece tırmanmak olduğunu biliyordum. Tüm dünya tırmanıyordu sanki. Ben de
tırmanmalıydım duramazdım yerimde, esen meltemler bile kasırga olmuştu
durmalarıma. Tırmandım anlatabiliyor muyum en tepeye kadar tırmandım, zorladım kendimi.
Bedenim bu tırmanışa izin vermedi. Ruhum ıslanmış bir bez gibi sıkılıp durdu
tırmanırken. Ben ise tek çıkış yolunun bu olduğuna inanarak tırmandım.
Ne mi oldu? Onu anlatıyorum işte.
Dağın zirvesine çıkmıştım. Bir insan zirvedeyken ne yapabilir ki? En fazla
oturur bir iki gün. Ben de öyle yaptım yaşantılanmamış bir beceri başlarda
güzel gelir insana, sonrası ise hep belirsizliklerle dolu bir hülya. Ben de
yolunu bulmaya çalışan bir yılan gibi dolandım tepede. Bir gün ayağımın
kayacağını bildim ama. Bir yılanın omurgasına sahip değildim hele ki
kıvraklığına hiç değil.
Sonra bir gün ayağım kaydı meltem
esintilerini hissetmek için eğildiğimde. Öylece düşüverdim yamaçlara. Ne
güzeldir di mi eskiden mutlu olduğun yerde durmak. Duramadım işte. Kayarken yamaç benim durduğum yamaç da değildi zaten. Durmadan beni aşağıya
çeken bir kuvvetin altında ezilip zirveyi görmek istedim.
Derken bir dala tutundum tabi ki.
Esmeyen bir platoya kadar sürülmek istemiyordum. Dal kopmaya hazır gibi
destekledi beni. Tuttum, bırakmadım, tüm gücümle sarıldım ona. Ben sarıldıkça
yamaçtan kopardı sanki köklerini ki kökleri köklerimdir bir yerde…
Sonra mı?
Bu kadar şeyi dinleyip yazıyorsun
bir kenara, kim okuyor ki yazılarını söyler misin?
-Boş ver okunmayı, dibe
geldiğinde ne oldu?
Dip, zaten dağın zirvesi değil miydi?
DAĞIN ZİRVESİ İLE YAMAÇTA OLANIN MÜZİĞİ
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder