Deniz ortasında oluşan girdaba düşen
son yağmur damlasıydım. Girdap da kapandı benden sonra. Dönüp durmadım, girdap
dönüyordu. Bense tam ortasında kurulmuş, şeritlerin nasıl oluyor da aynı hizada
kaldığını hesaplamaya çalışıyordum. Zor bir iştir bu. Girdaba düşerken
bulaşması ilk yanımın, Sarılması denizin ondan bir parçaymışım gibi, alması
beni tüm yaşantısının tuzluluğuna, çerine çöpüne… Ordayım işte, bir döngünün
içinde.
Girdap dönmekte, her yanıma bulaşmakta,
bana yaşam bahşetmekte kendinden. Bir damla, tek başına ne kadar yaşayabilir ki
yer yüzünde? İlahi bir güce ulaşma çabası içinde coşkunca buharlaşan bir damla
olmak ister yeryüzüne düşen kardeşlerim. Fakat bir yarış değil ki bu! Ben sadece yere düşüp gezinmek istiyorum kendi gönlümce. Döngü bu ya hiçbir yer,
damla olarak kabul etmez seni. Tek bir damla kurumaya mahkumdur. İster bir yaprakta, ister toprakta veyahut elini açan insanların avuçlarında.
Umutlu düşünüp insanları korumayın. Ne güzel insan avucuna düşecek, demeyin! Onlar hiç yaşatmazlar bizi. En tehlikeli
düşüş şekli insanın eline düşmektir. Bulutlarda sürekli anlatılır, insan eline
düşen zavallı damlacığın efsanesi ya da “O güzel bir damlaydı” adlı hikayesi.
Ben de girdaba anlattım bu hikâyeyi;
Bir damlacık hazırlayıp kendini
ilkbaharın güzel bir gününde, damla kardeşleriyle birlikte hayalini kurdukları
güzel yapraklara, yeni ısınan toprağa, belki de küçük bir tomurcuğa bırakmışlar
kendilerini. Çoğu dileğini gerçekleştirmiş olmalı ki kimse bahsetmez onlardan.
O zavallı damlacık ise düşmüş bir insanın eline. Öyle pürüzsüz, öyle sıcakmış
ki avucunun içi şaşmış kalmış güzelliğine. Dolaşmış tatlı tatlı, sevmiş insanın
tenini. Durduğu avuçta bir deprem şekillenmiş ardından. Kendini korunaksız
hissetmiş. Sallanıyormuş üstünde duruğu her yer. Kafasını çevirmiş yardım
dilemek için gökyüzünden ki tanımlayamadığı pembe çizgilerin üstündeki dağa
çarpmış bedeni, öyle sivri bir dağmış ki zavallı damlacık içten patlayıp erimiş
dağın üzerine.
Damlalar olarak ne olduğunu öğrendik sonra
insanlar ilkbaharda düşen damlaları sevmek için, onlarla sevinmek için
yüzlerine sürerlermiş. Olmaz olsun öyle sevgi!
Bize dağ gibi görünen, öldürücü rüzgarları içinde tutansa koca
burunlarıymış. Keşke her sevince burunlarını sokmasalar, belki de daha çok
damlacık kalabilecek yeryüzünde. Neyse ki avuçlarına düşmedim ben. Neyse ki
okşamadılar beni burunlarıyla.
Ben bir girdaba düştüm, toprak üzerine
düşüp yeryüzünde kalmak isterken. Şimdi etrafımda hızlı bir şekilde hizalanan
tuzlu damlaların içinde tek başıma bir yağmur damlasıyım. Geleceğimden
şüpheliyim, bir daha dönemeyeceğim gökyüzüne sevinçliyim fakat kendimde
olamayacağım bu denizde. Denize düşen hiçbir yağmur damlası kendi kalamadı, düşerken
ki saydamlığı yaşayamadı. Bulandı yapış yapış tenini saran o tuza. Ekşidi ruhu.
Kayboldu sevinci. Artık gülümsemek yerine büzüyor kendini, içindeki yapışkanlığı
hissettikçe. Hele ki sıcakladı mı havalar gökyüzüne gitmek isteyen damlalar uçuşmaya başlıyor. Kalan damlalarınsa katılaşıyor bedeni.
Bu yüzden bu girdap bitene kadar karar vermeliyim. Ya tuza bulanıp bir şekilde yeryüzünde kalacağım, heyecandan yoksun neredeyse katılaşmış bir halde ya da gökyüzüne döneceğim bir kez daha yeryüzüne atlamak üzere. Elbette gökyüzüne uçarak bir daha yeryüzüne atlamak yeni bir şans yaratabilir.
Peki sorarım size, ya bir sonraki inişim rastlarsa bir insanın avucuna, burnuna, belki de yüzüne? Bu kahrediyor işte beni. Sürekli yeni planlar yapıp yine aynı yere geliyorum. Bakın oradayım işte, bir döngünün içinde.
KEREM ÇİÇEK
Kalemin daim oşsun
YanıtlaSilçok teşekkür ederim:.)
YanıtlaSil