Ailesinden ona geriye kalan tek kişi anneannesi Zehra hanımdı.
Nasıl da bilge biriydi. İki haftada bir, torunu akşam yemeğine davet ederdi.
Çok birikimliydi, ona hayatı öğretmişti. Neyin değerli olduğunu, neyin peşinde
koşması gerektiğini açıkça göstermişti. Genç değil mi? Hayatın yeni heyecanı
içinde coşup durmuş ancak Zehra hanımı tatmin edecek bir bölümü seçmişti okumak
için. Kazandığı günün gecesi haber vermek için yanına gittiğinde alay konusu
olmuştu yaşlı kadın tarafından.
“Hayatının
hiçbir evresi iyi gitmeyecek desene.” demişti Zehra hanım. Gülüp eğlenmişlerdi
o akşam.
Her gittiğinde yemeğe mutlaka sorular sorardı Zehra Hanım. Dersler nasıl gidiyor diye değil. Mesela Antik Yunan’ı sorardı. Bakkalın söylediklerini bir şekilde evirip çevirip Yunan aristokratlarının sözlerine kanıt olarak sunardı. Torunsa dalga geçer, yemekten ayrıldıktan hemen sonra Zehra hanımın tüm söylediklerini küçük bir cep defterine yazardı.
Yıllar öyle gelip geçti. Güzel de bir sevgilisi oldu gencin. Tutup
kolundan anneannesine getirdi. Budur sevdiğim kadın dedi. Zehra hanım durur mu, hemen ne yaptı etti öğrendi kızdan tüm hayat hikayesini. Kız mutfağa birkaç
tabak götürdü iyi görünmek için. Derken
salonda toruna söylenenlerin farkına bile varmadı. Halbuki; Zehra hanım nasıl
da omuzuna vurup gülümseyip suratına torununun, ifade ediyordu kızı beğendiğini.
Son zamanlarda torun yanına
geldikçe stres, sıkıntı içinde geliyordu. Köpürüp duruyordu. Belli ki okuduğu
bölümde bir şeyler yerinde gitmiyordu. Zehra hanım sorup ediyor gençse sinirle
kalkıp oturarak anlatıyordu.
Ayan
beyan ortada duran gerçekliği nasıl kabul etmez, diye
haykırıyordu.
Zehra hanımda hikayeler biter mi? Hemen yaşananı bir hikâyeye bağlıyor dindiriyordu öfkesini. Sonra gün boyunca öfkeyle dolanıp kanepede bitkin yatan torununun yanına oturup saçlarını severek ağlıyordu. Kızından kalmıştı ona.
Kalkıp sabah erkenden en güzel kahvaltıları hazırlıyor doyurup toununu
bilginin kavgasına gönderiyordu. Özellikle bu stresli dönemde birkaç gün
gelmese merak edip yine yemeğe çağırıyordu. Ne zaman ki torunu sevgilisinin
yanında olsa, içi bir güzel rahatlıyordu. Oturup sokağa bakan pencerenin
yanındaki koltuğa hayatı dokuyordu kitabın yapraklarıyla.
Günlerden bir gün yine öfkeyle dayandı kapısına torunu. Çalan radyo
birdenbire durdu. Hışımla içeri giren genç konuşmaya başladı. Bırakıyorum lanet
olsun, aslında biliyor musun anneanne hepsi senin yüzünden, dedi. Kızdı etti.
Anladı, Zehra hanım bütün meseleyi. Önce iyice sakinleştirdi, daha dün sokakta
misketini kaybedip dizlerinde ağlayan küçük çocuğunu. Oturttu karşısına. Dikti
gözlerini gözlerine.
“Ben
sana bu hayatın doğru tarafını öğrettim de biz hep yanlış taraftaydık. Bizim
taraf olmamız gördüklerimizden gördüklerimizin bizde yarattıklarından. Kim ki
yaşananlar karşısında sarsılmadan duruyorsa kördür gözleri. Kim ki gerçeğin karşısında
takla atabiliyorsa özünü kaybetmiştir, bozuktur eğrisi. İşte tüm öfken
bundandır ve elbette bırakmanı doğru buluyorum. Senin yolun belli ki engebeli.”
Dedi.
Tüm bunları söyledikten sonra hiçbir şey olmamış gibi birden çığlık
atarak fırında unuttuğu kurabiyeleri hatırladığını anlatacak sözler söyledi.
Koştu mutfağa, birkaç kurabiye ve çay getirdi. Çağırdı, tüm öfkesi dinmiş cep
defterine bir şeyler çiziktiren torununu. Oturdular sokağa bakan koltuklara.
Zehra hanım birden kahkaha atmaya başladı. Bunu gören torunu gülmeden edemedi o
da bastı kahkahayı, döktü çayı halıya gülerken. Ciddiyet kesildi Zehra hanım
birden. Tabi torun anladı, temizlenmesi gerektiğini. Suç işlemiş kedi gibi
baktı anneannesine.
Zehra
hanım durur mu başladı yine gülmeye. Radyo da geldi kendine. Torun durur mu o
da başladı gülmeye, gözleri hep pencereden sokağa, evde mutlu bir kahkaha.
KEREM
ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder