KARALTI


       Bugün şehre öyle bir karaltı çökmüş ki geçen arabaların, insanların ve yürümekte olan her şeyin bu karaltıdan kaçmaya çalıştığını düşünebilir insan. Hepsi karaltıdan kaçıyorlar.

      Tüm kent batıya doğru sürüklenirken güvercinler doğuya uçuyor, yanlış yaptıklarını insanlara ustalıkla göstererek.

     Banka önünde bekleyenler tüm paralarını karaltıdan saklamak istercesine kuyruktular. Öğle paydosunun bitimine bir saatten fazla var. Eh tabi bankanın jeneratörü, yüksek voltajlı lambaları karaltıyı deliyor, paralar orada kaldıkça insanlar kendilerini güvende hissediyorlar.

Sanki şöyle der gibiler;

   “Oh buradalar, oh oh paralar, bankada, oh aha oh,  oh ah aha oh, müşteri temsilcisi Filiz hanımın ellerinde oh ohhhh tamam (nefes nefese) oh tamam ahhh.”

        Öyle ah’lar oh’lar da karaltıda basit söylenemezler. Her karaltıda insan kendini daha da yalnız hisseder ve yalnız olmakla tek başına olmak kavramları karışınca etrafta kimse yokmuş gibi Ah… Oh… Ohh… Biraz da şöyle… Parayı yatırayım… Oh… Ah… Yükselir çığlık gibi ve öyle devam eder, tükenene kadar insan…

         Velhasıl tüm bunlarla beraber kaldırım üzerinde karaltıdan hiç mi hiç etkilenmemiş üç yaşlı -ikisi kadın biri erkek-  beyaz bir süs köpeğini seviyorlar, birde elbisesi var köpeğin, sahiplik simgesiyle beraber.

 Köpek aradan bir bakış atıyor, bu yaşlılara hani şunu der gibi;

      Yeter değil mi? Bu nasıl sevmek arkadaş. Amca! Hedefin ben değilim. Dertlerini teyzelere söyle yav, hav! yetti be, bu nasıl sevgi? Tamam, biliyoruz kimse ölmez de sevgiden, bak ben ölürüm, ölüyorum, bak öldüm.”

- Köpek yerde-     “Amca öldüm, teyze…”

    Hâlbuki köpek de onları anlamıyor, tüm bu karaltılı, kirli şehir içinde buldukları tek beyazlığı içine çekmeye çalışıyor bu yaşlılar. Eh haliyle az bulunduk nimete insan her yeriyle sarılınca köpek de haklı oluyor bir bakıma.

           İşte tüm bunları görüp tahayyül ederken, insanların da sokakta bu kadar düşünceli halimi, hızlı hareket eden bedenimi izlediklerini fark ediyorum. İzlemiyor gibi izliyorlar… Misal zücaciye önünde bir ağabey (harbi ağabey yani boy, pos, bıyık ve dükkân sahibi) ana cadde üzerinde başka bir ağabey ile karaltıda hem zücaciye önünde hem de ilginç bir şekilde hiçbir şey yokken “öz çekim” halinde ama bana bakıyor. Beni izliyor ve izlemiyor.

    Sonra kendimi fark ettim bende. İnsanların bu telaşlı, kaçamak halini irdeledikçe onlar gibi olduğumu hissettim onların gözlerinde ve bıraktım bu şekilde tasarlamayı.

         Bense tüm bunları tasarlarken salmışım zaten kendimi. Kamburum çıkmış yine ve her adımda tüm vücudumu sallayarak yürümeye başlamışım. Karşıdan gelen güzel kadın açısından hiç de etkileyici bir tablo değil.

        Şimdi hemen bedenimi toplasam, tıpkı bir mumun uzun süre yandıktan sonra kendini bırakması ve söndükten sonra katılaşması gibi, karşıdan gelen kadın bana gülecek dalga geçecek benimle. 

           Güzel olur aslında bir kadını güldürmek hem de hiç tanımadığım bir kadını. O, gülünce bende onunla beraber gülsem kendime, karaltıda bir boşluk oluşur belki.  Öyle yaptım.

  Hemen katılaştırdım vücudumu da kadın gülmedi, Tali yola sapmıştı çoktan.

       Bende her günkü gibi aynı kaldırımdan yürüyüp aynı parke taşlarına basmayarak, aynı yaya geçidini kullanıp karşımdaki çöp kutularına doğru yürürken düşündüm.


Gerçekten her gün aynı şeyleri mi yapıyordum? Beni her gün görenler de benim hakkımda her gün aynı şeyleri mi düşünüyorlar?


YOLDA YÜRÜRKEN KULAKLIKTAN ÇALAN ŞARKI 



                                                                                                                                       KEREM ÇİÇEK


Yorumlar