BALKONDAKİ KADIN - (CORONA GÜNLERİ-2)





         Sandalyemi çekip oturduğum pencerenin yanındaki balkonda oturmuşlardı. Kahvemden ilk yudumu aldığımda işittim söylediklerini. Üç kişiydiler, bir şeyler anlatıyorlardı balkon sahibine.

Kadınsa onlar konuşmadan satmıştı duyduğu haberlerin kendisindeki etkisini.

         Bugünkü durumu düşünerek değişen hiçbir şey olmadığını anladım. Yine zengin olan zenginmiş, fakir olansa daha fakir. Çok güzel binalar yapmışlar, sizden güzel olmasınlar. Anlık başka bir şehre gidip geri dönüyorlarmış hemen, ne mutlu onlara… Hasta olmuyorlarmış, ne güzel acıdan hiç yok haberleri. Ne değişmiş ki şekilden başka. Neyi bulmuşlar ki laboratuar dışında gelişebilen.

Acıklı ve güzel bir rüya gibiydi söyledikleri. Kulak kesilip dinlemeye başladım balkondakinin söylemlerini…

      Ben hayatı içine çekebileceğin hava olarak görmüyorum. Mesela sığmaz benim hayatım eve falan. Mecburi kaldıkça belki sığınırım dört duvar arasına da gerisi güneşin altında yürümek için bir hasret. Bugünlerde ise kimse görmüyor güneşi, apartman boşluklarından bir pencere yetmiyor solumayı yeni gelen mevsimi. Başka biri pencereyi açsa, ilki kapatıyor kendi suratına, almamak için nefesini bir başkasının.

Oysa nefesimiz leş koksa da korkmazdık gülmekten…

       Deniz kokusu bile bir başka bugün, sırf hapsedildi diye dışarıya. Bir balkondan izlemeyi hayal ettiğim deniz manzarasına koşmak geliyor da içimden birkaç kamuflaj’ın yaka üstüne bakıyor sahilde yok oluşum. Sahilde ise göze bulaşan birkaç renk var.

Sarısından, turuncusuna, yeşiline, renklerin kokusuna…

       Bazen güzel bir ilkbaharda hatırlıyorum kendimi, evde kaldıkça. Ağaçların gövdesinde sıralanıp hızla giden karıncaların yoluna engeller koyup aşmasını sağlamaya çalıştığım hatıralar. Her koyduğum engel biraz daha geç kalmalarını sağlıyordu yapraklara. Oysaki nasıl da hızla ilerliyorlardı yetişmek yaprağın tadına. Kendilerini süsleyip o tatla, evlerini şenlendirmeye.

O koyduğum engeller bana konulmuş gibi bugün.

       Çıkıp dışarı işimi yapmanın küfredilesi yorgunluğu ve telaşı içinde eve yetişmenin anlamını kaybetmiş gibiyim bugün. Günün bana yetmemesine sıkıldığım günler bir rüya gibi. Hani dostlarımıza bile ayıramadığımız o yoğun saatler yine dostlarımız olmadan çürüyüp gidiyor bu günlerde.

Zaman, yalnızlığı kutsallaştırmak için getirdi bizi bu günlere…

       Oysaki kutsal olduğunu biliyorduk yalnızlığın. Üretim fabrikasının o olduğunu biliyorduk da malzemeyi sokaktan taşıyorduk; sokaktaki gülüşlerden, yürüyüşlerden, boş boş gezdiğimiz gecelerden, masada dönen tartışmalardan, bizi sevmeyenlerden, hakkımızda konuşulanlardan gözlerimizin kulağımıza haykırdığı düşüncelerden…

Yalnızlık, zorla dayatılan bir varoluş değil ki zaman görev edinsin kendine bunu…

      Şimdi siz gelecekten gelip anlatıp her şeyi, boşuna akıl veriyorsunuz bana. Yok, gelecek şöyle güzel böyle güzel diyorsunuz. İnsanlık şöyle ilerledi böyle ilerledi diyorsunuz. İnsanlık eve tıkılarak gelişebilseydi hiç çıkmazdı mağaralarından. Dışarıda ışıldayan hareketi katmazdı bünyesine. Evet, biliyorum bizde bir gün çıkacağız uğruna ömrümüzü harcayıp satın aldığımız evlerimizden. Kim bir daha alacak bizi evimize aynı gülüşle. Hangi eşyamız sıkılmadığını göstermek için rol yapacak. Hiçbiri.

Gelecekten gelip söyledikleriniz sizin yaşadıklarınız.

          Herkes kendi mevsiminde tadar, hayatın güzelliğini. Şimdi lütfen bırakın beni kendi mevsimimde tek duymak istediğim hatıralarımdan kalan birkaç tartışma, sokakta söylediğim cırtlak ve hoş şarkılar…

          Tüm konuşma birden bu şekilde kesildi. Dayadım kulağımı pencereden dışarı doğru, daha da duymak için birkaç kelimeyi, ses gelmedi. Kahvemde bitmişti. Bıraktım bardağı, açtım evin dış kapısını, çaldım kadının zilini. Kimse açmadı. Bir daha, bir daha çaldım. Açılan başka bir kapının sesi oldu.

 Dönüp baktığımda açılan kapıya; o evde, o balkonda kimsenin oturmadığını fark ettim.

KEREM ÇİÇEK






Yorumlar