Aslında işyerimize, evimize,
okulumuza yakın oturmak mantıklı gelse de hiç önerilmeyecek bir durum bence. En
azından artık öyle düşünen bir insanım. Bunu taşınınca fark ettim. Dolmuşlar,
otobüsler hikâyelerle dolu. Her bindiğinde hayat hakkında düşünecek o kadar çok
şey yakalıyor ki insan, garibime gitmiyor değil.
Mesela bir gün akşam eve dönüyorum.
Kulaklıktan LP “Someday” şarkısını adeta coşturuyor. Konser kaydı buna dikkat.
Ben belediye otobüsüne binip cam kenarına oturdum. Yol boyunca dinlediğim tek
parça. Hikâyeler başladı, nasılını ben de bilmiyorum. En son zar zor birine
odaklanabildim. Bir film çekimi, bir karakter, gazaba uğramış bir hayat. Tam
olarak her şeyi ile düşündüğüm tek bölüm: final.
Tahammül sınırının son ibresinde. Ben
düşündükçe LP, yükseliyor. O yükseldikçe, otobüs hızlanıyor. Aniden hepimiz
duruyoruz. Otobüsün kalkışıyla bateri son hızlı solosunu yapıyor. Anlatılamaz
bir tablo. Bu hikâyeyi çekmeye başlıyorum.
Net olan şu; bu benim filmim o
yüzden hiçbir şey esirgemiyorum. Görüntü yönetmeni ben değilim ben anlamam
teknikten falan. Ben yazdım, ben yönetiyorum. Görüntü yönetmeninden istediğim
şu:
Bu karakterin hayata son bakışını
göstereceğiz. Forum durağından itibaren başlayacak otobüsün yolculuğu, ayrıca Mersinin
ince bir tanıtımı olacak.
Bunun içinde
esas ve zor nokta, tamıtamına kameranın benim gözlerimden görmesi.
Zor olmaz
diyor. Kabul etmiyorum. Bayağı bir tartışma çıkıyor. Çok pahalı böyle bir film
için kimse para vermez, diyor. Hemen yolda tabelası görünen herkesten sponsor
olmalarını istemesi teklifini düşünüyorum, mantıklı. Birkaç nokta daha var; karakterin
hayatının bu kadar alt üst olmasını finalde görmemiz gerekiyor. Bu sebeple;
otobüs camından kamera benim gözlerimden bakmaya devam ettikçe apartmandaki
ışıkların hepsi açıkken birden kapanacak, birazdan başka apartmanda ışıklar
açıkken otobüs yetişmeden onlar da sönecek, sonra diğeri, diğeri, bu şekilde
devam edecek, ışıklar söndükçe LP, dingin bir müzikte ve elbette şarkı birkaç
kere çalacak. Ayrıca bir daha
tekrarlıyorum benim gözlerimin gördüğü gibi.
Bir insanın, kameranın değil; ama
araç kamera gerisini görüntü yönetmeni düşünsün. Boşuna mı onu seçtim!
Sonrası şu ki bir seyirci kaç
dakika buna dayanabilir. Hemen yanıtlıyorum, dayanır. Yol 17 dakika. Çekim tek noktadan değil yol, cam, karakterin
donuk ve gittikçe ağlamaklı ve sert ifadesi, onca yaşanmışlık, meraklı bir
bekleyiş, her durakta durduğunda otobüsten inme ihtimali ve nereye gidiyor
sorusu. Daha önce bu yolu kullanmadı.
17 dakika yolculuk devam etti. Tam 17.
Dakikadayız. Durağa az var. Şarkı dinginleşerek alttan yükselişe geçmek için
hazırlanıyor. Karakter yerinden kalktı. Kapıya yöneldi, müzikle aynı ritimde
ilerliyor. Otobüs durdu. Kapılar açıldı. Boş bir yol. Karşıya geçildi. Koşar
adım. Müzik, coşkun noktasına öyle bir ulaştı ki insan sesini bekliyor.
Karakter markete girdi. Sigara istedi, aldı.( sessiz oynanıyor)kredi kartı
çıkardı. Tekel, kabul etmedi. Sigarayı bıraktı. Kaldırıma çıktı.
LP,
son uzun çıkışını yaparken karakter ellerini açarak bağırmaya başladı aynı
tondalar.
Bir daha baterinin hızıyla sahile doğru inmeye başladı. Başka bir
tekel, aldı sigarayı bu sefer. İçinden bir dal çıkarıp yaktı. Koşar adım sahile
inmeye başladı. Artık denizle kendisi arasında sadece yol var.
İşte orda koşup atmak istedim
kendimi denize. Ben yönetmenim atlayamam onun atlaması lazım. O gitti. Müziğin
coşkusuyla koşarak atladı denize. Aynı anda hareket etmiştik. Ben dış kapıyı
açtım, o atlarken. O, dibe vururken ben merdivenlerden çıkıyordum. Dayanamadım hızlıca açtım kapıyı. Koştum
terasa. Tam ay ışığının vurduğu yere atlamıştı. Diktim gözümü o yöne.
Gitmişti. Deniz yutmuştu onu.
Bir sigara yaktım arkasından, gözlerim
dolmuştu.Henüz yeni büyüttüğüm
karakteri öldürmüştüm. Sigarayı
içerken düşündüm işte.
Evlerimiz
işyerlerimize, okulumuza yakın olması bu kadar gerekli mi bir hikâye bizi bu
kadar dolup taşırabiliyorsa!
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder