Yanıp sönen bir ışığın ardıydı. Hissedip duruyordum önümde belirenleri… Arkadaysa koca şehrin durgun yanan ışıkları… İki küçük taş attım denize, attığım taş kadar halka belirmedi gökyüzünde ya da geceydi görmedi gözlerim.
O gün bir sese dalmıştı gözlerim. Küçük
kırmızı bir nokta gibi hareket eden o ses gitmiyordu gözümün önünden. Ses
görülmez demeyin. Her duyumun hissiyatı kalbin atışıyla oranlıdır bilmedikçe.
Dalıp gitmiştim gözlerimdeki atışlara…
Bir dokunuşla irkildim.
“Süleyman sen misin?” dedi biri. Benim dedim
kurtularak kırmızı noktadan.
“ Kartını düşürmüşsün” dedi. Uzattı eliyle aldım, bir kâğıt uzattım ben
de elimle.
“ Buraya nasıl giderim” dedim.
Anlattı, uzun ve ümitsizce. O an
anladım işte yanlış yere geldiğimi. Ufkumdan baktığım yer bu değildi. Hayalini
kurduğum köprü bu değil. Usul usul uzaklaştı adam. Ben daldım.
Ben, içten gelerek buzda kaymayı hayal
etmiştim, şehirde dolaşırken karşı duvardaki renkte kendimi görmeyi, birkaç güzel
sözle eğlenmeyi sabah uyanma kaygısı olmadan, her bir mimikle şaşırtmayı,
gülmeyi hayal ettim görünen kirli dişlerimle ama herkesin beğendiği.
Orası değildi işte hayalini kurduğum şehir. Yanıp
sönen bir ışığın değil; sürekli bana çarpıp yerinde, zamanında sönen bir ışığın
hayaliydi. Ayağım takıldığında kurtarmak için birkaç hareketi, iki büklüm
edebilmekti bedenimi. İki küçük taşı atmak değildi öylesine, iki küçük taşı
öyle bir atmalıydım ki herkes gökyüzüne bakıp aniden indirmeliydi başını üstüme
düşen halkaları görmek için.
Aniden irkildim bir elin dokunuşuyla…
“ Arkadaşta oraya gidiyormuş istiyorsanız bıraksın sizi” dedi, aynı
kişi.
Çok ürktüm. Ürkmek yoktu hayallerimde – Neden kötü şeyler yoktur ki hayallerde?- kalakaldım.
Geveleyerek "Evet" dedim.
Bir
inme daha indi derinlere. Yürüdüm daha da nazikleşerek beyefendiyle, ne
duyacağımı bilmeden. İçimdeki sıkıntı öyleydi ki son yolculuğuma çıkmadan bir
hayali daha görmek istiyordu gözlerim.
Olmamıştı bu defa. Şaşırmasını
sağlayarak gözlerimin bir kere daha hayalimi izledim. Kötüydü, korkulu ve
bilinmezdi. Hiç başıma gelmemişti böylesi. Renk cümbüşüm kaybolup karakalem
çalışmasına bürünmüştü. İyice korkmaya başladım. Son bir hayali göremeden yumacaktım
gözümü.
Öyle sallana sallana gitmişiz ki
yanımdaki kimdi onu bile unutmuştum – ki zaten tanımıyordum kendilerini- birden
bana dönüp sohbet etmeye karar verene dek.
“ Büyükşehir korkutur adamı, ilk defa geldiysen” dedi.
Kızdım gözlerime, nasıl da ele
vermişlerdi beni. Geveledim, biraz da sustum öylece. Adam da çok gitmedi
üstüme. Durdu bir köşede.
“Adresin burayı gösteriyor.”
dedi.
Gözlerime izin verdim görebilsinler
diye. Öyle hoş ve güzel bir yer ki aferin gözlerime. Tahta bir kulübe, naylonla
kaplı, biraz yağmur kalsın diye dışarıda. Bense girdim içeri. Bir hoş selam
verdim. Herkes aldı selamımı. Gözleri elimdeki valizde. Sordum soruşturdum
birazdan gelir dediler. Bekledim. Daldım kırmızı noktaya. Gördüm sesini.
Bir el uzandı omzuma, hoş geldin
dedi. İrkildim.
Daha önce hiç sarılmamıştım böylesine. Heyecan
bastı dağıttım tabi biraz etrafı. Oturttu beni karşısına…
“ Öyle her şey istediğimiz gibi olmaz.” dedi. Kör
etti gözlerimi…
KEREM ÇİÇEK
Yorumlar
Yorum Gönder