FALAN FİLAN…





Gerçekten bu tablo mu görmek istediğim?

         Bana gösterilen bu ama. Bir hikâyede okumuştum zorla çiçek koklattırılan bir kadının yüz ifadesini. Öyle tiksinç baktığını yazarın betimlemelerinden anlamıştım. Bir Yaşar KEMAL değildi ama o da dizmişti kadının yüzünü kitaba.

 Durup çıkarım yapmaya çalıştım.

        Yüzyıllar öncesinde yaşayan birinin benimle aynı düşünmesi güldürdü beni. İnanabiliyor musunuz? O da muzdaripmiş bir sürü çiçek koklamak isterken toplumun burnuna tek çiçeği getirip bunu koklayacaksın, bu güzel, bu iyi, en iyi bu. Başkasına gerek yok, demesinden. İthal çiçekmiş o da, ticaret anlayışının farklılık kazandığı ilk dönem olmasına rağmen hızlıca kapmış toplum popüler olanı pazarlamayı.

Ne de olsa ticarette her şey mubahmış o zamanlarda.

         Ben de bugün o yazarla aynı şeyi düşündüğüm için güldüm de sonradan düşündüm başıma geleni. Yüzyıllar öncesinde yaşanan olaylar silsilesi bugün tavır değiştirerek aynı özle karşıma çıkmayı başarmış. Üstelik sadece benim değil herkesin karşısında bu hikâye.

Bugün benim başıma gelende bu.

          Çiçek koklamak değil derdim. Farklılığı tepside değil mutfakta görmeli insan. Dinleyeceğim bir müziği bana pazarlayandan çok, kulağımın seveceği bir tınıyı ister gözlerim. Etrafta üretilen yüz binlerce ürün varken neden hep birilerinin yüzü çıkar pazara da tüm insanlar onu görmenin heyecanıyla süslenir.

Pazarlanan kadar neden pazara gelen de çok heyecanlı ve simetriktir.

           Takar beynine tılsımları, bir fotoğraf karesinde parlasın diye gözleri. Kâğıda basılmış bir yüzün destekçisidir. Sırf belli edebilmek için elmacık kemiklerini. Kim umursar ki asık bir suratı herkes coşku içindeyken. Kim özüne bakar ki bir işin; coşkusuna kapılıp gitmek varken biçemin.

Tabi ki insanlar biraz değil tam olarak öyledir.

          Hâlbuki bir karakterin durumuna ağlayan, üzülen bir insanın biçimselliğe takılması unutması değil midir bulunduğu dar dipleri, ya da kurtarmak mı bedenini düşüncenin azabından. Tabi herkes bilir kendini, ben anlatamayabilirim; ne pazarlananın duygularını ne de pazarı yağma eden linç beyinleri. Ha, bu arada ürün güzeldir, sadece ithal olması, dar zamanda üretilmesi ve de çok fazla maliyetli olması bozmuştur sinirimi. Tabi bir üründen ne beklediğin de önemli. Özü bırakmış pazar insanı, domatesi güzel görür de hormonludur içi.

        Neyse, ne domates ne çiçek, ne ticaret, maliyet, ürün, pazar, zaman, ne para, ben şunu demek istiyorum. Sabahtan akşama kadar dolaştığım sokakta, benim sokağımda, kendimden bir kare göremiyorsam neden bu alkış.

 Neden bu fotoğraf? Neden bu renk?

Evet, biliyorum beyin bir pazar. Kimi pazarlayacağınız önemli olan.



KEREM ÇİÇEK












Yorumlar